İş ve ekmek peşinde olan insanların toprağın üstü dururken niye yeraltına indikleri, yoksulluk ve başka bir iş bulamamaları olarak açıklanabilir ancak. Toprağın altına indiğinde kaza vardır, yaralanma vardır, ölüm de vardır ama, “umut” da atar yüreğinde yeraltında kömür üreten madencinin. Çünkü köyündeki küçücük toprak yetmez olur aileyi doyurmağa. Başka kapılar aranır. Para umudu kilometrelerce ötededir. Ha deyince gidilemez, ha diyende gelinemez uzaklıklardadır ekmek..
“Maden Dulları” romanının kahramanı Ahmet de sevdiği kızı kaçırarak aldığı, aracılara rağmen paragöz kayınpederinin istediği “başlık parası”nı ödeyebilmek için, yoksulluğun gözü kör olsun diyerek, iki yakın arkadaşı ile “Gurbet yolu”na düşer ve Zonguldak madenlerinde işçi olur. Kömür demek, ekmek ve para demek. Ahmet’in yeryüzünde toprak kazan elleri, bu kez yerin yüzlerce metre altında kömür kazacaktır.
*****
“Maden Dulları” romanın başlangıcı İkinci Dünya Savaşı nedeniyle bölgede “İkinci Mükellefiyet”in uygulandığı yıllara, bitimi ise Almanya’ya işçi gönderildiği döneme doğru uzanmaktadır. Devlet kömür istemektedir. Kömür ise işçi. Önce yakın çevre, sonra diğer ilçeler, köyler. Sonra Orta Karadeniz bölgesi, Doğu Karadeniz, giderek Doğu Anadolu ve diğer illerin insanları, umutlarını yorgan yapıp sarmışlar sırtlarına, düşüp yolun tırabına, kapağı atmışlar Zonguldak madenlerine. Kazalara, kolun-bacağın kopmasına, gelebilecek ölümlere aldırmadan.
Çünkü gün gelir maden ocaklarında meydana gelen kazalarda, göçüklerde, grizularda sayısız genç beden can verir toprağın derinliklerinde. Al bayraklı tabut-lar sıralanır cami avlularına. Yetkililer önde dizilir, yakınları, akrabaları, madenci arkadaşları arkada. Duaları yapıldıktan sonra tabut-lar mezarlığa veya köyüne gönderilir.
Ağıtlara durur geride bıraktığı karısı, anası, babası, kardeşleri, akrabaları. Eşinin ve evin direği verildikten sonra toprağa, madencinin karısı bir “Maden dulu”dur artık. Hayat ve geçim eskisinden daha zordur. Evin bütün yükü bu genç kadının sırtındadır artık.
Büyük grizu patlamalarından, kazalardan sonra “şu kadar çocuk öksüz, şu kadar genç kadın kocasız kaldı, şu kadar yuvanın ateşi söndü” diye konuşmalarda, yazılarda yer alır geride kalanlar. Bölge üzerine yazılmış romanlarda da genellikle madencilerin ağır çalışma koşulları, göçükler, grizular, başlarından geçenler, “dönemsel” olarak anlatılmıştır bazı romancılarımız tarafından. Ama sanırım “Maden Dulları”nı da öne çıkaran roman çalışmasını ilk kez Hasan Kalyoncu koyuyor önümüze.
*****
Hasan Kalyoncu: 1952 Tonya doğumlu. İlk ve ortaokulu Tonya'da, Öğretmen Okulu’nu Trabzon'da bitirdi. Tonya'nın çeşitli okullarında görev yaptıktan sonra, uzun süre Halk Eğitim Başkanlığı yaptı. Gezdiği gördüğü yerleri fotoğrafladı. 1996'da emekliye ayrıldı. Aynı yıl Tonya'da bir fotoğraf stüdyosu kurdu. Değişik alanlarda Tonya'nın doğasını, insanını, güzelliklerini yansıtan, tanıtan “sanatsal sergiler” açtı.
1999’da “Tonyahaber Gazetesi”ni yayın hayatına soktu. Bölgede kurulmak istenen HES’lere karşı kurulan “Tonya Çevre Platformu Sözcüsü” oldu. Son dönemde baskılar sonucunda seçimle CHP ilçe başkanlığına getirildi. Aynı ısrarlar ile son yerel seçimlerde CHP’den Tonya Belediye Başkan adayı oldu, ama iktidarın gücüyle baş edemedi. Gazeteciliğini, köşe yazarlığını ve roman çalışmalarını sürdürüyor.
Yayımlanmış yapıtları:
1- Her Yönüyle Tonya-1989 (Araştırma), 2-Trabzon-Tonya Ağzının Dilbilgisel Özellikleri ve Tonya Sözlüğü-2001, 3-Bir Tutam Gülücük/ Tonya Fıkraları-2006, 4- Tonya- 2010 (Tonya’nın tarihi, doğası, yaşamı, gelenekleri, önemli kişileri), 5- Önce Annelerini Vur-2015 (Roman),6- Maden Dulları- 2017 (Roman).
*****
Ne için Zonguldak yoluna düşüyordu bölgenin ve Karadeniz köylerinin genç delikanlıları? Para kazanmak, borçlarını ödeyebilmek, yoksulluğun belini biraz kırabilmek, eşini, çoluk çocuğunu ve anasını-babasını biraz olsun rahat yaşatabilmek için. Bu gerekçeler, yakın-uzak her yerden gelenler için de geçerlilik taşımaktaydı.
“…Babası öldüğünde doğmamıştı daha. Dul anasının yetimi olarak büyüdü. Çocuk yaşta düştü gurbete. Madenci olacaktı ağabeyi gibi. Köyün bütün erkekleri Zonguldak’taydı genç yaşlı demeden. O da takıldı ağabeyinin ardına. Onaltı yaşındaydı daha. Ağabeyi nüfus memuruna yalvar yakar olmuş, hediyelere boğmuş bin dereden su getirmiş, sonunda Niyazi’yi yaşlı gösteren bir nüfus kağıdı almıştı. Onaltı yaşındaki Niyazi birden ondokuz yaşına gelmişti. Madende iş alacak yaştaydı artık..”
Diğer gidenler gibi kömür kuyularında ekmek ve yaşam mücadelesi vereceklerdi. İlginçtir Tonyalılar genellikle kömür ocaklarında “Lağımcı” olarak çalışmışlar. Lağımcılar delici araçlarla kömür için kayaları delerken önemli ölçüde taş tozu yutarlar. Eğer gerektiği gibi korunamazlar ise kısa zamanda da ciğerleri taş tozuyla dolar. Giderek soluk darlığına ve başta pnömokonyoz olmak üzere akciğer hastalıklarına yakalanırlar. Bunun ise kurtuluşu yoktur.
Roman kahramanı Ahmet de önce “lağımcı” olarak işe başlamış, ama memleket izini sırasında celbi çıkınca askere gitmek zorunda kalmıştır. Askerde 6 aylık eğitimden sonra madende çalışmaları için 4 arkadaş “asker işçi” olarak Zonguldak’a gönderilmiştir. Ahmet ise, tanıdıkları yoluyla belli bir kurs devresinden sonra “Marangoz” olarak işe başlamış, taştozu yutmaktan büyük ölçüde kurtulmuştur.
Mühendis Bulut ile tanışması ve arkadaşlığı, bu yolla kitaplar ve gazeteler okuması ise ona hayata bakışta yeni kapılar açmış, fikren gelişmesini sağlamıştır. Ahmet, borçlarını bitirmiş, üstüne başına almış, eşini çocuğunu ve ana babasını donatmıştır. Cebi para gören bir çok Karadenizli gibi beline de bir tabanca almıştır. Aslında barışçı, arkadaş canlısı, yardımsever ve dürüst bir yapıda olan Ahmet bunu “hasım korkusu”yla değil, o dönem için “Kadırga Otçular Bayramı”nda ve düğünde bayramda diğer köy delikanlıları gibi “silah atma” gibi bir geleneği sürdürme olarak düşünmüştür.
*****
Hasan Kalyoncu öğretmenlik ve uzun yıllar gazetecilik ve yazma yoluyla anadilimizi işlediği için, kolay ve rahat okunan bir kitap çıkarmış ortaya. Bu özellik ilk romanı “Önce Annelerini Vur”da da görülüyordu. Kalyoncu romanı kurgularken, dramatik abartılardan, kanlı tablolardan kaçınarak, bir maden işçisinin ocakiçi ve dışı yaşamından gerçekçi kesitler vermeğe çalışmış. Bir “kalem işçisi” olarak da açık anlaşılır sade bir dil ve anlatım içinde olduğu görülüyor. Romandaki mekan ve doğa betimlemelerini de çok başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Okurken sıkılmıyorsunuz, bitse de kurtulsam demiyorsunuz, ilgiyle okumayı sürdürüyorsunuz.
Zonguldak, yıllarca yaşadığım şehir. Tonya ise birkaç kez gidebildiğim “baba toprağı”. Babamın evinin olduğu Karşular mahallesi, yayla ve yolları, Kadırga, Otçular Bayramı, çocuk gözüyle gördüğüm, hatırlamağa çalıştığım yerler. Romanı bir de bu gözle okuduğumu söyleyebilirim.
Hasan Kalyoncu’yu “roman vadisi”nde ikinci kitabıyla görmemiz mutluluk vericidir. “Maden Dulları”, Zonguldaklılar için az-çok bilinen, diğer bölge insanları için merak edilenleri başarılı bir şekilde gözler önüne serdiği için okunacak kitaplar arasında yerini alıyor.