İşi saatime denk geldiği için kaçırmışım şenliği, gazetelere yansıyan fotoğraflardan gördüğüme göre, bir deve yürüyor en önde, Aydın’dan getirilmiş … Bilerek mi seçildi bilmiyorum, hörgüçlerinin üzeri Anadolu motiflerinden oluşan iki kilimle örtülmüş devenin… Kilimlerin üzerinden sarkan pankartta, “Kermese davet” yazıyor. Beton yığını içinde yabancısı olduğu seslerden, üzerine abanan meraklı gözlerden ürkmüş olmalı ki, yularına sıkı sıkı yapışan refakatçisi zor zapt ediyor… Denilene göre birkaç gün sonra kesilecekmiş; eti döner yapılarak, hayır hasenat işleri için satılacakmış kermesi düzenleyenlerce… Arkada, “vurduğunda arzı ve arşı sarsan, yürüdüğünde ölümü bile korkutan” bir mehteran takımı… Başında üsküfüyle en önde yürüyen çorbacıbaşının yanındaki pusat kuşanmış iki babayiğit, dosta güven, düşmanaysa koku salıyor… Rengarenk sancakların, tuğların ardından zurnazenler, boruzenler, nakkarezenler, zilzenler, tablzenler kös vurup, nevbet çalıyor… Gür sesle söylenen marşların da katılımıyla tam bir bayram havası esiyor olmalı ortalıkta… Arkalarında kimi ağır lacilerin, kimisi de spor kıyafetlerin içindeki “sivil” bir kalabalık yürüyor... Her üç adımda bir onlar da sağa, sola dönüp, selam veriyorlar mı bilmiyorum ama fotoğraflardan cenge gidenlerden daha çok bir fener alayında yürüyenlerin havası sızıyor…
Daha fazla bilgi almak için bir gezinti yaptım internette. Amasya’dan Şanlıurfa’ya, Antep’ten Çankırı’ya yurdun dört bir yanında, aynı ritüellerle aynı törenlerin yapıldığını öğrenince durup, düşünme ihtiyacı hissettim. Yıllar önce “kurban kültürü” üzerine insanlığın en ilkel zamanlarına dair okuduğum yazılar geldi aklıma… Sümerlerden Hattilere, Romalılardan Mısırlılara, Asurlardan Azteklere kadar dünyanın dört bir yanında yaşan kadim halkların kurban ayinleri birbirine çok benzediğini keşfetmiştim o okumalarımda. Değişen tanrılara sunulan hayvanın adı, rengi, yaşı gibi esasa dair olmayan şeylerdi yalnızca… Tüyleri boyanan ya da başka gereçlerle süslenen hayvan, sunakların olduğu genellikle tepelik yerlere her adımında bir başka anlam olan bir törenle getiriliyordu, tüm kültürlerde. Çeşitli şekillerde giyinmiş insanlar, kimilerinde kurban edilecek hayvan sunağa getirilirken, kimilerinde kesilirken, kimilerindeyse yenilirken müzik çalıyor, şarkı söylüyordu… Antropologların sözünü ettiği “kültürler arası etkileşim” galiba böyle bir şey olmalıydı. Yirmi birinci yüzyılın Anadolu’sunda yapılan törenler, binlerce yıl öncesinin pagan ayinlerinden pek çok iz taşıyordu içinde…
GERÇEKTEN HAYIR HASENAT İŞİ Mİ?
Fotoğrafları tefekkür edercesine izledikten sonra haberi okumaya başladım daha sonra. Kentin valisinden belediye başkanlarına a klas protokolü önünde Organizasyon Komitesi adına, bir konuşma yapan Şükrü Bostancı, “Adı kermestir, ama buraya toplanan insanların hedefleri ve niyetleri çok büyüktür. Bu derneklere yapılan yardımların bir kuruşu dahi zayi olmadan öğrencinin hizmetinde kullanılıyor. Hiçbir dernek, vakıf gösteremezsiniz ki bin 500’e yakın orta öğretim ve üniversite öğrencilerine meccanen, yıllarca böyle hizmet etsin. Onun için bu hizmet çok önemlidir.” demiş. Bu sözleri okuyunca yapılanların aslında, nasıl bir hizmet olduğunu anlamamı sağlayan iki anım gelip takılıverdi aklıma.
Talebini hep geri çevirmeme karşın, hiç usanmadan ayda bir kapımı çalarak yapılacak yurt için bağış isteyen bir iş arkadaşım esneyip duruyordu karşımda o gün… “Dün gece alemlere aktın galiba” diye takıldım kendisine. Yurtta, nöbette olduğunu söyledi. “Ne yapıyorsunuz nöbette” şeklindeki soruma, “Üzeri açılan çocuğun üzerine örtüyoruz. Yurda yabancı birinin girmesine izin vermiyoruz. Kahvaltı hazırlıyoruz, çocukları sabah namazına kaldırıyoruz” yanıtını alınca şeytan dürttü, “Ya kalkmazlarsa” deyiverdim. Onun yanıtı çok daha ilginçti: “Bizim çocuklarımız öyle yaramazlık yapmaz.” dedi, kendinden son derece emin bir eda ile.“Yahu” dedim, “sonuçta okul çağındaki çocuklar bunlar, gece geç vakte kadar ders yapıp, uykusunu alamamış olabilir mesela. ‘Bana dokunma, biraz daha uyuyayım’ diyebilir” dediğimde gelen cevap tokmak gibiydi: “Uykuyu, namaza tercih eden çocuk yurttan çıkarılır.”
İYİLİK NEDİR?
Bir başka cemaatin içindeki arkadaşımın çocuğu üniversiteyi kazanmıştı. Gittiği ilde uzun uğraşılar sonucunda barınma sorununu çözemeyince, nedendir unuttum şimdi, kendi cemaatlerinin yurdunun kapısını çalmış arkadaşım. Kendini tanıtmış, aynı cemaatin içinde olduğunu söylemiş. Ancak Zonguldaklı falanca hoca arar, dediklerini onaylarsa çocuğu yurda alırız demişler... Telefon hemen edilince, arkadaşım da çocuğunu oraya yerleştirmiş. Bunu dinledikten sonra, bir önceki örneği de anlatarak, “Yahu” demiştim “siz, kapı kapı dolaşıp hayır, hasenat işi diye para topluyorsunuz. Milletten topladığınız para ile kendi ya da kendiniz gibi düşünen çocuklar için kalacak yer yapıyorsunuz. Gerçekten hayır işi yapıyorsanız, kurduğunuz müesseselerden görüşü, fikri, ailevi yapısı ne olursa olsun, muhtaç durumda olan her çocuğun yararlanması gerekmiyor mu? Okulda başarı sağlamak, derslerini bir öncekinden daha ilerilere taşımak ve arkadaşlarıyla iyi geçinmek gibi herkesin kabul edebileceği kuralların yanına bir de dini vecibelerini yerine getirmek, cemaat sohbetlerine katılmak gibi kimi edimleri eklemek yapılan işi hayır, hasenatın dışına çıkarmıyor mu?” Amalı, fakatlı yanıtlarla yanıtlamaya çalışmıştı arkadaşım…
Şu adına “iyilik” denen kavramın enine, boyuna tartışmak gerekiyor bence. Belli bir amacı olan ve ancak belirlenen kıstaslara uyanların yaralanabileceği hizmetleri “iyilik” olarak değerlendirmek mümkün mü gerçekten? Yolun kenarına bir çeşme yaptırırsanız bu bir iyiliktir, gelen geçen ayrımsız herkes suyundan içecektir çünkü… “Bundan yalnızca dinsizler içer” diye bir koşul koyarsanız yapılan iyilik olmaktan çıkacak, başka bir şeye dönüşecektir… Hayır, hasenatın ötesinde farklı bir niyetiniz vardır çünkü. Biz bunları hiç tartışamıyoruz ne yazık ki. Cemaatlerin etkin gücü herkesin gözünü korkutuyor. Kimse yazdıklarımdan vazife çıkarmaya çalışmasın, yasaklardan değil özürlüklerden yanayım. Devleti elinde tutan güç odaklarının kör bir inatla uyguladığı türban yasağının, toplumdaki travmatik etkilerini ve bu etkinin sandıktaki karşılığını görecek kadar gönül gözüm açık çok şükür. On yıldır iktidarda olan AKP hala mağduriyet edebiyatı yapıyor ve bundan nemalanıyorsa, arkasında ki devasa birikim üzerine herkesin düşünmesini isterim. Cemaatlerin de özgür olmasını, tüm saydamlığı ile kamuoyu önüne çıkarak, çalışmalarını sürdürmesini istiyorum bu yüzden. Kim bilir gerçek yüzlerini çok daha iyi görebiliriz belki o zaman…