İlkokul 3 veya 4’de öğrenci olmalıyım. Bizim evin yan tarafındaki bahçe içinde bulunan Karapürçekler’in evinde Kadir Özkan’ın (Bekçi Kadir) düğünü var. O gün akşama doğru “Şah İsmail de gelecekmiş.” dediler mahallede. Kadir Ağabey’in akrabası imiş. Akşamüstü bir grup delikanlı Kadir’in evine geldi. İçlerinden bir tanesinin elinde bir bağlama vardı. Orta boylu, kara saçlı, kara kaşlı, kara gözlü, düzgün yüzlü bir delikanlı idi. Kıravat takmamıştı ama koyu renk takım elbisesinin içinde yakışıklı sayılırdı.
Bir süre sonra bir bağlama sesi evden yola doğru taşarak sokağa yayıldı. Peşinden Şah İsmail Ağabey’in kendine özgü sesi kulakları doldurmağa başladı. Bütün mahalle büyük bir ilgiyle Şah İsmail’i ve bağlamasını dinliyordu. Ben, Şah İsmail Ağabey’i (İsmail Hakkı Özkan) ilk kez bu ortamda ve bu küçük yaşta tanımıştım.
İstasyona giden yolda / Ah güllü vah güllü
Su testisi kolunda / Ah güllü vah güllü
Çok yıllar sonra Şah İsmail’in bağlamasını dinleyebilmek için, Metin Alpay’ın dükkanının hemen arkasında bulunan kahvehanesine sık sık gider olmuştum. Bu türkü, kendi bestesiydi İsmail Ağabeyin. Yıllar sonra aklımda bu iki dizesi kalmış. Acaba tamamı evinde kalmış mıdır?
İstasyona giden yoldaki evlerden birinde bir sevdiği mi vardı? Kimse bilmiyor. Kasaba delikanlısı için bir sevdiğinin olması dünyalara bedel bir iştir, ama duyulması ise o kadar büyük bir zuldür onun için. Bu nedenle kasaba gençleri hep bastırılmış, gizlenmiş duygular içinde yaşamıştır aşklarını.
*****
1960-61’li yıllar olmalı.. Onsekiz-ondokuzlu yaşlardayız. Kunduracı “Somut Mustafa (Girgin) Amca”nın Almanya’da yaşayan mühendis oğlu Hasan Girgin, Alman eşiyle Çaycuma’ya gelir. Alman gelin Çaycuma’nın ilk “yabancı gelini” sayılır. Hasan Girgin Almanya’dan gelirken TK-40 diye adlandırılan kocaman bir teyp de getirir. Bu teybe çeşitli şarkılar kayıt edildiği gibi Şah İsmail Ağabey’in bir kaç türküsü de kaydedilir. Ben sık sık bu kahveye gider hem çay içer hem şarkıları ve özellikle Şah İsmail’in türkülerini dinlerdim.
Teyp-ten (ki ilk kez görüyorduk) Şah İsmail’in sesini ilk duyduğumda “Anaa, aynen çıkıya bee!” diyerek şaşkınlık içinde kaldığımı da hiç unutmuyorum. Ah bu teyp şimdi bir bulunsa ne çok sevinirdim. Somut Mustafa Amca‘nın çocukları Şöför Hüseyin (Çaycuma’nın ilk özel taksicisi) şöför Hilmi ile Çaycuma’da, Hasan ve Ali Girgin (Foto Serap’ın verdiği bilgiye göre İstanbul’da yaşıyormuş) aransa, sorulsa, ah bir de bulunsa!..
*****
Gençlik yıllarımızda bir yanda Hüseyin Çakır bir yanda Şah İsmail vardı. Ben ikisini de defalarca dinleyebilen şanslı kişilerdendim. Hüseyin Çakır, Ankara Radyosunda mahalli sanatçı ünvanıyla türkülerini bütün Türkiye’ye dinletmiş bir bağlama ustası ve türkü bestekarıydı. Şah İsmail daha çok kendi kabuğunda kalmış sayılırdı. Şimdilerde KHK’lık öğretmen İsmet Akyol ile yaptıkları sohbette; “Hüseyin Çakır’ın 1944-45 yıllarında Çaycuma Halkevi’nde bağlama kursu açtığını, bu kursa bir çok arkadaşı ile devam ettiklerini, dolayısıyle Çakır’ın ilk ustası olduğunu” belirtir. Şah İsmail, “Birçok şeyi Hüseyin Çakır'dan öğrendim. O üstün bir yetenekti. Kendine özgü bir mızrabı vardı. Çoğunlukla oyun havası çalardı. Bazen de uzun hava çalar söylerdi. İnsanlar ondan ilham almalıydı ama almadı. Hüseyin Çakır tek başına bağlamayı yaygınlaştıramadı. Çünkü buralarda böyle bir gelenek yoktu.”
Şah İsmail, ikinci ustası olarak da ünlü bağlama sanatçısı Şemsi Yastıman’ı gösterir. Şemsi Yastıman da 1950’li yılların başında bir kumpanya ile Zonguldak’a gelir. Kendisine yapılan öneriyi kabul ederek birkaç yıl bölgede/EKİ bünyesinde kalır. Bu sürede Halkevi’nde ve ilçelerdeki Halkodaları’nda bağlama kursları verir. Bunlardan biri de Çaycuma Halkodası’dır. Kurslardan ve konserlerden sonraki çilingir masa muhabbetleri ise ustaların hüner ve beceri gösterdikleri, gönül tellerine dokundukları, zevkle çalıp söyledikleri zamanlardır. Şah İsmail daha çok, dönemin ünlü bağlama sanatçısı ve bir çok kez birlikte çaldıkları Şemsi Yastıman tarzına yatkın mızrap vururdu.
*****
Şah İsmail’in şu cümlelerini de çok önemli bulduğumu belirtmeliyim: “Hüseyin Çakır tek başına bağlamayı yaygınlaştıramadı. Çünkü buralarda böyle bir gelenek yoktu.” İsmail Ağabey bunun sebebi olarak biraz da Çaycuma eşrafını gösterir. “Memur takımı ve halktan kişiler bizi dinliyor, ilgi gösteriyorlardı. Ama eşraf takımı ise bize sıradan çalgıcı muamelesi yapıyordu. Bizi cinganlarla (Çingeneler-Romanlar) bir görüyorlardı.” diyerek gönül burukluğunu ortaya koyuyordu. Ama dediği doğruydu; bizim bölgemizde Orta ve Doğu Anadolu’da olduğu gibi aşık geleneği ve bağlama kültürü yoktu. Çok iyi ve özgün bağlama çalanlar vardı ama, bunlar daha çok tanınmış sanatçılara öykünme tarzında çalıp söylüyorlardı.
Çaycuma’ya gelen kumpanyalarda (konser grupları) bağlamacı varsa, İsmail Ağabeyi bulup konser sonrası çilingir masası kuruluyormuş. Bir keresinde ünlü bir bağlama ustası konuk olmuş. İsmail ağabey çalıp söylerken, konuğun kendi çalış biçimine ve söylediği türküsüne mızrap oynattığını fark eder. Hemen konuğun bağlamasının sapını tuttuğunu ve çalmayı kestiğini, anlatmıştı bir keresinde.
Benim gözümle iyi insandı Şah İsmail Ağabey, yardımseverdi. Kahveciliği bıraktıktan sonra, Gamsız Osman Amca’nın fırının yanında küçük bir bakkal dükkanı açtı. Zonguldak’tan Çaycuma’ya her gelişimde “Hamit, gel bir çayımı iç yahu!” diye çağrı yapardı. “Ateş almağa!” geldiğimiz için çoğu kez buna fırsat bulamazdık. Bir keresinde “Evde çalıp söylüyor musun ağabey?” diye sorduğumda “Yahu artık bağlama sopa gibi geliyor elime” demişti. Bir süre sonra da “Hacca gittiğini” öğrendim. Bağlamayı ve çalıp söyleme işini hepten bırakmıştı artık.
*****
Şah İsmail Ağabey ile babası Raif Özkan’ı hiç konuşmadık. Ama bir keresinde, askere giderken, adet olduğu üzere el öperek babadan helallik almak için Bursa Cezaevine gittiğini ve ünlü şair Nazım Hikmeti de orada gördüğünü söylemişti. “Hele bir anlat ağabey” dediğimde ise; şairin karşılaştıklarında başını okşayarak sevgi gösterdiğini, çok yakışıklı bir adam olduğunu, bütün mahkumların ve görevlilerin ona saygılı davrandıklarını anlatmıştı.
Bunun üzerine Şah İsmail Ağabey ile uzun bir sohbet yapabilmek üzere sözleşmiştik. Bana “Bak başkaları da benimle konuşmak istedi ama, güvenmediğim için kabul etmedim. Seninle istediğin gibi konuşuruz” demişti. Ama ne yazık ki bu görüşme gerçekleşemedi. Hayatının bilmediğimiz yanlarını ve Nazım Hikmet’i anlattıracaktım. Daha önemlisi ona türkülerini söyletecektim, kayda alacaktım.Ne yazık ki olmadı, olamadı..