Şair-yazar Necati Cumalı, -ki 1956’da Yeditepe yayınları arasında çıkan “Muzaffer Tayyip” kitabını yazan  kişidir-; “Muzaffer Tayyip Uslu’yu Anıyoruz” başlıklı yazısında Muzaffer’i tanımak için bir başka pencere açıyor: “Muzaffer her şeyden önce düşünen bir şairdi. Düşüncesiyle duygularını kullanmasını biliyordu.

Bu gözle okununca onun hemen bütün şiirleri geniş bir mana kazanarak, eskiyen, çürümeye yüz tutan, kıymet yargılarına karşı, yeni bir görüşün tepkisi olarak görünür.”

 *****

Muzaffer Tayyip’in çeşitli yazılarını okuduğumuzda “düşünen bir şair” olduğunu görüyoruz. “Şiirde insanı aramak” başlıklı yazısında bu durum açıkça belli oluyor. Düşünelim ki bu yazılar lise 3. sınıfta veya yeni lise mezunu bir öğrencinin kaleminden çıkıyor .

“Son yıllarda sanat dünyamızda başgösteren yenilikleri, muasırlaşmanın bir sosyal neticesi olarak ele almak istemiyenler, başlarından fesi çıkarırken, kafalarının içinden şarkın küflenmiş düşüncelerini atamıyan kimselerdir; onlar inkılabın herşeyden evvel bir dünya görüşü meselesi olduğunu idrak edemeyecek kadar zavallılar; bir an düşünelim, niçin şarktan garba döndük? Bu suale verilecek cevap gayet basittir. Çünkü garp şarktan üstündü. Tetkikler bize göstermiştir ki garbın bu üstünlüğü realist oluşundan ileri geliyor. Hemen haber verelim ki burada realizm kelimesinden 19. asırda pozitivizmin edebiyata tesiriyle ortaya çıkan edebi ekol’ü değil de rönesanstan sonra bütün Avrupa’ya kök salan ve tabiatı “concret” unsurlarıyla ele alan, insana değer veren dünya görüşünü anlıyoruz.” (Şiirde İnsanı Aramak-27 İkincikanun 1943. Sy:93-50)

*****

Arkadaşlık şiirinin ilk bölümündeki şu dizelere bakalım: “Şiirler söylemek istiyorum size / En tatlı ümitler içinde / İstiyorum ki korkutmasın sizi mezarlık / Göreceksiniz o kadar /
O kadar can sıkıcı değildir / Benimle arkadaşlık..”

“Şiirler söylemek istiyorum size / En tatlı ümitler içinde”.. Bu iki dize bir mutluluk bulutuna koyuyor insanı. Mavi gökyüzü içinde pembe bulutların koynunda gamsız kasavetsiz geziniyor gibisinizdir. “En tatlı ümitler içinde” böyle bir duygu yumağı içinde olduğunuzu duyumsarsınız. Sonra gelen “İstiyorum ki korkutmasın sizi mezarlık” dizesi bir kara çalı gibi giriyor araya. Neden bu dizeyi koydu oraya şair, anlamak zor gerçekten. Belki de şairimiz dermansız hastalığı nedeniyle “insanın sonu mezarlıktır” demek de istemiş olabilir mi?.. Ama buna rağmen kendisiyle arkadaşlığın o kadar da  “can sıkıcı” olmadığını söylüyor hemen. Bu durum yalnız kalmama, tek başına olmama isteğinden de kaynaklanmış olabilir. Çünkü yalnızlık bir büyük boşluk sayılır her zaman.

 Mezar-lık, sona eren insan yaşamının  görünen yeryüzü ile bağının koptuğu son duraktır. Toprak, toprakta açılan çukur, görünen derinlik, yaşamı taşıma işi sona ermiş cansız beden.. Ya insanın içinde açılan mezar çukuru? Ya o çukurun uçsuz bucaksız derinliği..İnsanın içinde büyüyen korkunç yalnızlık ve çaresizlik..Çözümsüz acılar içinde savruluş..

Bu dizelerden bir tanesini, şu “mezarlık” sözünün geçtiği dizeyi  kaldırarak bir kez daha okuyalım: “Şiirler söylemek istiyorum size/ En tatlı ümitler içinde / Göreceksiniz o kadar / O kadar can sıkıcı değildir / Benimle arkadaşlık..”

O dizeyi kaldırdığımız zaman görüldüğü gibi şiir sanki eksiliyor. Anlamda bozulmalar, kaymalar oluyor. Sağlam şiir yapısına iyi bir örnekle karşı karşıya olduğumuzu hemen anlıyoruz. Şair sözcükleri ustaca kullanıyor ve şiirine yerleştiriyor. Değiştirilmesi, kaldırılması mümkün değil..

*****

Aynı şiirin devamında “Ben / Rivayete göre / Allahın talihsiz kulu ” dizeleri geliyor. Şair kendini “Allahın talihsiz kulu” olarak görüyor. Muzaffer’in sağ gözünün “doğuştan sakat” olduğunu öğreniyoruz. Bu elbette çok önemli bir talihsizliktir. Genç yaştaki bir insanı elbette kaderine küstürür. İçindeki isyankâr duyguları körükleyebilir. Bunun yanında yoksuluk ve maddi darlık nedeniyle de “istediği gibi yaşayamama” insanı önemli ölçüde rahatsız eder. Gençlik duygularını örseler. Genç şair sanırız bu nedenlerle kendini “Allahın talihsiz kulu” olarak nitelendirmiş olabilir.

Ve yirminci yüzyılın / Eli ayağı bağlı / Zavallı Şairi/ Muzaffer Tayyip Uslu” dizeleri ise düşündürücüdür. Genç şairin kendini “eli ayağı bağlı” ve “zavallı şair” gibi hissetmesi, duygu ve düşüncelerini istediği gibi yazamaması anlamını da çağrıştırıyor. Eli ayağı bağlı olmak deyimi; çaresizlik, imkansızlıklar içinde olma, bu nedenle istediğini yapamama, bir şey yapmak istese de hareket edememe, anlamlarını taşır. Evde polis emeklisi bir baba vardır. Baba-oğul  ilişkileri  ne düzeydedir bilemiyoruz. Belki babanın polis olması eve yansımasa da,  bir sorun olmasa da içsel bir baskı unsuru gibi düşünülebilir.

Genç şairin yaşadığı dönem ise Türkiye’de baskıların yoğunlaştığı bir dönemdir. 2. Dünya Savaşı, sınırlarımıza kadar gelmiştir. Türkiye, savaşın kıyısındadır.   Savaşın getirdiği bütün sıkıntıları yaşamaktadır. Zonguldak’ta da geceleri karartma yapılmakta, ekmek vesikayla verilmekte, şehre gelen giden kontrol edilmektedir. Maden bölgesi Zonguldak’tan ise “daha çok üretim” istenmektedir.

Şair bu dizelerde, “eli ayağı bağlı şairi” de diyebilirdi, ancak o “eli ayağı bağlı / zavallı şairi” demeyi yeğliyor. Böylece şiire anlam zenginliği, derinliği kazandırmış oluyor. “Zavallı” olma hali;Acınacak kadar kötü durumda bulunma,gücü bir şeye yetmeme, âciz, anlamlarını içerdiğine göre, şair yukardaki tablo içinde kendini güçsüz, acınacak düzeyde çaresiz görmüş de olabilir.

MuzafferTayyip Uslu, bu iç karartıcı, insanı baskı altına alan, kimi zaman bunaltan, öfkelendiren, insanı sorunlu hale getiren, yaşamdan bezdiren tabloya rağmen “Şiirler söylemek istiyorum size / Siz sevgili insan kardeşlerime.” diyerek, insanlara kardeşlik duyguları içinde umut dağıtan şiirler söyleyebilmektedir.

*****

O’nu “Öldükten Sonra” şiiriyle selamlayalım:Diyecekler ki arkamdan / Ben öldükten sonra / O, yalnız şiir yazardı / Ve yağmurlu gecelerde / Elleri cebinde gezerdi / Yazık diyecek / Hatıra defterimi okuyan / Ne talihsiz adammış / İmanı gevremiş parasızlıktan.