Toni ve Reks, sanırım yaşadığım çevreye ait tanıdığım ilk köpeklerdi. Mahallenin köpekleriydi. 1970’lerin ortaları, 467 Evler. İsimleri o günlerin popüler western filmleri ve çizgi roman kitaplarından geliyordu büyük olasılıkla. Reks adıyla köpek kahraman filmleri çekilmiştir epeyce. En son da dizisi vardı bi yerlerde, “Komiser Reks” adıyla!

O dönem birçok köpeğe bu tür isimler konmuştur nedense? Hiçbir Hıristiyan’ın  çıkıp da “kutsal isimlerimizi sokak itlerinize ne koyuyorsunuz” dediğine dair bir haber hatırlamıyorum doğrusu. Aslında bu hayvan sevmezler için gaddarca bir intikam alma duygusu olsa da çoğu çocuğun gözünde köpeği kişileştiren ve ilginçleştiren bir yakıştırmaydı pek ala. Çoğu çocuk akılda kalıcı bir isim olduğundan dolayı tutuyordu böyle adlandırmaları. Hakaret maksadı ile filan değil. “Kovboyculuk” diye bir oyun vardı ve kovboy kıyafetine sahip olmak birçok çocuğun rüyalarını süslerdi. (Bakınız o tarihlerde çocuk olanların çocukluk fotoğrafları; bazıları Devran Amca’dan filan bu hayale erişmiştir.) “Kovboy” deyince çocuklar yani bizler “macera” anlardık o zamanlar. “Sığır çobanlığı” ile ilgili anlamını hangi entelektüel aşamadan sonra edindiysek fazla bilmenin verdiği hayal öldüren sıkıntıyla, yavaş yavaş uzaklaşma başladı o serüven dünyasından.

Toni, siyah bir labrodor kırması olabilir, Reks ise beyaz ya da kıranta kısa tüylü bir av köpeği kırmasıydı. Tabii inanılmaz geri bir tarih, hafızam beni müthiş yanıltıyor olabilir! O dönemleri beraber yaşadığımız arkadaşlar hatırlıyorlar mı acaba? Mesela Zonguldakspor’un eski oyuncularından Özkan. Müthiş kıvrak bir oyuncuydu, top cambazıydı küçüklüğünde de.

                                               ***

O dönemler arada bir köpek itlaf ekipleri çıkagelir sokak köpeklerini herkesin gözü önünde öldürürlerdi. Silahla ve bazen zehirli etle. Popülasyonu mu dizginlerlerdi; şikayet yüzünden mi gelirlerdi; yoksa kuduz gibi hastalık duyumları alındığında mı acaba? Biz hayvan severlerin en büyük korkularıydı buydu. Bir sabah bir hayvan katliam operasyonuyla uyanmak. Sonuçta gördüklerini vururlardı ve bir süre önce, başını defalarca okşadığınız bir köpeğin çöplükte kanlar içinde yatmakta olduğunu görürdünüz. Kanla bu şekilde tanışırdınız; ölümle de. Toni ve Reks’i hatırlamamdaki bir başka neden babamın bir hayvan sever olarak onları bu katliamdan kurtarmak için apartmanın beşinci katındaki evimize getirip bir süre evde onlara bakmamızdı. Kedi, köpek, güvercin, çembercik ve at dostuydu rahmetli. Daha sonra ağabeyimden öğrendiğim kadarıyla ben çok küçükken vefat eden annem de öyleymiş. Bilhassa kediler sanırım. Eski fotoğraflarda doğruluyor. Bizdeki hayvan sevgisi onlardan kalan biricik miras.

                                                             ***

Bazı şeyleri hayal meyal hatırlandığımdan dolayı, zehirli bir et hatırası var aklımda; 467’deki çocukluğumuzdan ama çok zayıf. Bir köpeği zehirlemek için aracı olarak çocukların kullanılması ile ilgili. Hatırlamaya çalışacağım ama bu yazının sınırlarına girmeyecek belli ki.  

Sonra biz fazla uzağa değil ama çok da yakın olmayan birkaç mahalle arka taraflara taşındık. Yine sayılarla ifade edilen bir mahalle: 168 Evler ve daha yerleşmenin ikinci haftası televizyonda yayımlanan bir canlı futbol karşılaşmasını bölen bir “miyav” sesi… Babamın şu sokak hayvanlarından nereye gitse kurtulamayışını düşünüp kızgın kızgın söylenmesi. Çünkü yeni bir hayata başlayacağını umuyordu rahmetli; uzun yıllar kiracılığın verdiği yükten kurtulup ev sahipliği nedeniyle belki! Yeni evimizi ve yeni köşelerine yerleştirdiğimiz eşyalarımızı az araştırıp elbiselerimizi dizdiğimiz tahta bir dolabın örtüsünü aralayınca, en alt gözde yavrulamış cin gibi bakan bir ana tekirdi yeni konukların elebaşı. “Tak” diye babamın ayakları önüne düşen, üzerindeki ana rahmindeki sıvı henüz kurumamış en uzun süre bakacağımız bu kedi ailesinin üyesi ise Üşütük’tü. “Üşütük” bu siyah, erkek kediye babamın verdiği komik ad. Durmadan miyavlayan da o. Önce ana kedi yavruları bırakıp kayboldu ortadan; sonra dişi yavrular büyüdükçe ortadan kaybolmaya başladılar. Bir tanesi tek gözünü kaybetti; bir tanesi emanet diye bize bırakılan kuşu en uzun sıçrayışını yapıp neredeyse tavandaki kafesinden kapıp yedi ve dayağı da yiyip kayboldu. Bir Üşütük, zaman zaman ortadan kaybolduysa da ölünceye dek kafasına estiğinde geri dönüp pencereye sürtünüp kendini her zaman içeriye davet ettirirdi. Babamın içki arkadaşıydı zaten. Epeyce irileşmişti yetişkin bir kedi olduğunda ama o şehla bakışları her zaman ona diğer kedilerden daha farklı bir kişilik veriyordu. Her zaman komik bir kediydi.

Sonra neredeyse evin önüne toplanan mahallenin bütün sokak köpeklerine bakmaya başladık. Bir ara sayıları 4’e çıktı. Tuğladan ördüğümüz kulübeyi fazla kullanmasalar da evin önünü mekân bellemişti bir av köpeği ve diğerleri değişik kırma türlerde sokak çomarları. Oynayışlarını izlemek zevkliydi. İnşaat önündeki kum tepesinde saatlerce birbirlerinin üzerinde yuvarlanırlardı. Kışın çok soğuk olduğunda sobanın arka kısmı onlarındı. Onların da içlerinden en çok Kristop adlı ön bileklerinden biri bize gelmeden önce yana doğru kaynayıp çolaklaşmış çok sevimli av köpeği yoldaşımız oldu. Diğerlerini yine o itlaf ekipleri vurdular; geç haberim olduğu için sadece ölüleri kaldırılırken arkalarından ağlarken sövüp durdum. Mahallelinin köpekleri şikayet ettiğini düşündüğüm komşularına da. Kristop bir şekilde kurtulmuştu ama onu da bir süre sonra apartmandan bazılarının yönetim kararıyla alıp çok uzaklara bıraktıklarını öğrendim! Bir çocuk için bağlandığı ve sevdiği varlıklardan koparılması çok acıdır. Bilmiyorum ama apartman ortamları, yakın ve biraz orta gelir mahalleler bir dönem kabul etseler de, bir süre sonra o dilsiz yavruları ortadan kaldırmanın yollarını arıyorlar. Bu da birçok çocuğun hayatında karşılaştığı ilk ölümler, ilk ayrılıklar demek. Çünkü ne hayvanları sevenler vazgeçecek, ne de toplumu bahane eden, nizamı kendine makbul ve de aslında kendi konforu için etrafta onları görmek istemeyenler!

Geçenlerde 7-8 senedir baktığımız Pars’ımızı kaybettik. Zehirlendi sonra da enfeksiyon kaptı veterinerin söylediğine göre. Çok güzeldi Pars. Çok da can dostu. Akıllı. Ölürken bile evin içinde duvarlara kusmamak için verdiği iç mücadeleyi unutamıyorum. Tabii gözlerimin içine bakıp kim bilir neler sorduğunu bana. Unutamıyorum. Güçlü Pars’ın son iki hamlesini de unutamıyorum. Bir haftadır bir şey yemeyen Pars, nefes nefese kalkıp su kabının çevresinde döndü, toparlanmaya çalıştı, ölüme karşı son gücüyle direndi. Zorlukla titreyen bacaklarıyla ayakta durmaya çalıştı. Tuttum. Başını okşadım. Asıl sahibi olan yeğenim de yanındaydı ama bütün çabalarımıza rağmen kurtaramadık. Kocaman bir ölü olarak önümüzde yığılınca darmadağın olduk. Yakın arkadaşlarımın bazıları biliyorlar. Pars’ta onlar gibiydi. Arkadaşımdı, dostumdu. Birçok nedenden ötürü zorunlu olarak ilgilenemediğim zamanları gözden geçirdim. İç mukayeselerim bitmedi bir türlü.

Pars’a kadar uzun süredir hayvan bakmıyordum açıkçası. Bakmak da istemiyordum. “Ölüyorlar” ve “çok üzüyorlar”dı ya. Birçoğumuzun yakındığı. İyi ki tanımışım Pars’ı. Güçlü ve asil kızımı.