Çocuk yaşlarımdan beri sivil toplum örgütlerinin içindeyim. “Oralardaki mücadelem hayatımın özeti” diyebilirim rahatlıkla. Öğrendiğim ilk şey, kendimiz için bir şey istemenin ayıp olduğuydu. Sıradan bir yöneticiliğe bile aday olunmaz, aday gösterilebilir ya da görevlendirilebilirdik ancak. Başka türlüsü “kariyeristlik”ti. İlk ders, hayat boyu rehberim oldu, 40 yıldır hiçbir örgütte hiçbir yere aday olmadım. Geldiğim her yere de “Görevden kaçamazsın” diyen arkadaşlarım iteledi. Bir tür mecburculuk yaptım yani…
1990’lara değin “Demokratik Kitle Örgütleri” denirdi. Sonraları terminoloji değişti, adı, “Sivil Toplum Örgütleri”ne çıktı. “Hangisi daha doğru” desek Gramsci’ye kadar uzanan bir tartışmanın fitilini ateşlemiş oluruz ki, buna girmeyeceğim, derdim başka çünkü. Sivil toplum örgütlerinin, toplumsal muhalefetin yapıtaşı olduğunu düşünürüm. İçinde olduğum her yapı ile iktidarların başını ağrıtmaya çalıştım, bu yüzden çekidüzen vermeye davet edip “hak temelli” arayışlar içinde oldum arkadaşlarımla...
İKTİDARLARA YAKIN YAPILAR KARUN KADAR VARSIL OLUYOR
Muhalif olmak sivil toplumun doğasında var bence. Neden mi? Hayır kurumları da içinde yurttaşların özgür girişimi olan bu yapılar, devletin yetersiz kaldığı, doğru hizmet vermediği ya da yurttaşlara ceberut yüzünü gösterdiği alanlarda doğru uygulamaların hayata geçmesi için çaba harcar. Kamu makamlarından hükümetlerden, kısaca devletten bağımsızdır. Gönüllü kuruluşlar olduğu için herhangi bir şekilde kâr amacı da gütmezler sözde. “Sözde” diyorum, bu çoktan lafta kaldı zira.
Başta vakıflar olmak üzere iktidarlara yakın yapılar Karun kadar varsıl olurken, “sivil” yanları gitti, devletle girdiği “Al takke ver külah” ilişki içinde yarı resmi bir kurum haline geldi. Yanlış anlaşılmasın, TÜRGEV, ENSAR, Fettullahçılar gibi çıkar örgütleriyle AKP’li yıllarda tavan yapsa da her dönemde böyleydi bu. Şimdi değil cismi ismi bile unutulan Menderes’li yılların “Komünizmle Mücadele Derneği” ile Özal’lı yılların “Türk Kadını Güçlendirme Vakfı” somut örnekler olarak duruyor belleğimizde…
KENT KONSEYİ’NİN NE OLDUĞUNU BİLMEYENLER BİLE ADAY
Yerellerde ölçek daha küçük olsa da durum farklı değil. Çıkar şebekesi olmanın yanında çapsızların ikbal aracı bir de. Yalnızca isimleri var çoğunun. Başta hemşeri dernekleri olmak üzere %99’unun tek etkinliği, başkanlarının orada burada boy göstermesinden ibaret. Adını duyurduğu tek yer olan genel kurulları acayip şaşalı ama. Devlet erkânından milletvekillerine, yerel yönetimlerden, parti başkanlarına herkes avenesiyle yerini alıyor. Neden mi? “Körler sağırları ağırlıyor” da ondan…
İktidardakiler hep çapsızları destekliyor. Muhalefet yapıp başlarını ağrıtmadıkları gibi, pırıltılı insanların da önü kesiliyor böylece. Mesela, Zonguldak Kent Konseyi seçimleri yapılacak yakında. Kentte evlere şenlik bir hareketlilik var. 12 yıldır kılını kıpırdatmadan seçim kazanan Yesari Sezgin aday olmayacakmış çok şükür. Şaşıracaksınız ama taliplerin içinde Kent Konseyi’nin ne olduğunu iki kelimeyle anlatamayacaklar var. Kazanırlarsa statü kazanıp laciler içinde çalım satma şansı kazanacak. İktidarla iyi geçinip karşılığını da “makbul adam” sayılarak alacak. Bu da az bir az şey değil onlar için?