İçeride Kürtçü / bölücü terör Örgütü’nün emperyalizme vekâleten yürüttüğü savaş…
Sınırlarımızda (Irak- Musul) toprak yağmalamak için harp var.
İçeride Darbe Anayasası’ndan kurtulmak ve sistem (Parlamenter-Başkanlık) arayış kavgası var.
Hayat devam ediyor elbette.
Hedef ve hevesi olmadığı için, 15 yıldır iktidar olamayan muhalefetin, halktaki karşılığı her geçen azalıyor. Rakipsiz /alternatifsizlikten güç sarhoşu olan iktidar ise despotlaşıyor.
Sudan bahanelerle siyasi ortam geriliyor, toplumun morali bozuluyor.
Bahaneler inada dönüşüyor, hayati konular ‘çene suyu çorba’ tartışmalarında değer kaybediyor.
‘Yeni Anayasa’ ve ‘sistem’arayışı basit konular mı?
Basit konu mu Milli Misak hudutlarımız içindeki gelişmeler?
‘Türkiye’nin ne işi var’ denen Irak /Suriye toprakları; dün elimizden hile ve zorla alınan ata toprakları…
Bu gün bu ortam da ‘yurtta sulh/ cihan da sulh’ demek, ‘benim gücüm, silahım yok’ ve ‘elimden bir şey gelmez’ demek değil mi?
Ne demek, ‘Suriye de ne işimiz var!’ demek.
Irak /Suriye ile sınırı olmayan ABD, Rusya, Almanya, İngiltere, Fransa’nın ne işi var?
O topraklar: Halep Kuva-i Milliye sinin devamı olan Suriye Türkmenlerinin olduğu yer…
Bizim, dün ki Misak-ı Milli sınırlarımız…
Misak- Milli… Attila İlhan’nın tarifiyle ‘Osmanlı mülkünün, üzerinde yaşayanlara Yurt ve ya Vatan yapılması ülküsü…’
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ öyle mi?
Ne demek(!) Çocuklar kaçırılıp/ dağa çıkartılırken, seslerini çıkartmayanların; devletle çatışmaya girip ‘etkisiz hale getirilmesi’ karşısında ‘Çocuklar ölmesin’ diye timsah gözyaşı(!) dökmek!..
Ne demek(!) Akademisyen adı altında, ‘Kürtlere özerklik’ isteyen, renkli/ Kürtçe sinemaskop hıyanet belgeseli çekenlere dümen tutmak!..
İşte, böyle bir ortam da, ülke yönetmek her yiğidin harcı olmasa gerek!
Bu ‘ahval ve şerait’ içinde, milletin örgütlenmesi olan devlet’in, üzerinde yükseleceği sivil toplum’u kurma ‘yeni anayasa’ yapma görevi de Yasama/ Parlamento’ya düşer.
Ülkeyi yönetenler, bu durumda ‘şimdi sırası değil, önce şu Kürtçü teröristleri bir halledelim’ diyemez. Hele “şu sınırlarımızda ABD/Rusya’nın bölüşümü bitsin” hiç diyemez.
Çünkü; damarlarındaki asil kanda ülkesini sevme kudreti bulunan bir devlet erkânı, söz konusu vatan olunca, bahaneler ardında fitne - fücur yarat(a)maz…
HÂKİM SEVİYESİZLİK
Orta da bir Vatan Savaşı varken; ortak payda/ vatan savunmasında birleşmek yerine, parlamento da ağız dalaşı yapıldığını görüyoruz.
Ağız dalaşı ki; seviyesi kendinden menkul ağızların, geleceğin teminatı olacak gençler üzerinde, ahlâk erozyonu yaratacak sözler…
Söz konusu Vatan olunca, asgari müştereklerde buluşamayanların, devlet’e nizam vermek gibi bir lüksü olabilir mi?
Seviyesi düşük ağız dalaşlarının nedeni, ‘özgürlük performansı düşük parlamento’dan kaynaklandığı yadsınamaz bir gerçek…
Özgürlük performansı düşük parlamento…
Arkasında yerel taban desteği değil, lider sultası olan seçilmişler… Kalkınma, demokrasi ve bağımsızlık gibi konuları bahane ederek, ülkeye zaman kaybettiriyorlar o kadar…
Sonra da ortaya çıkıp, ‘Türkiye’yi kim yönetiyor?’ diye soruyorlar.
‘Kim yönetiyor’ dan kasıt, ‘neden yönetiyor?’ demekle eşdeğer bir hezeyan!
‘Bırakın; kanal, tünel, köprü, yol yapımını…’
‘Bırakın; iki üretici firma ile dünya ya silah satımını…’
‘Bırakın; Tank, helikopter... Uzay’a Göktürk uydusu atımını…’
‘Bırakın; yerli savunma endüstrisince yerli Baz istasyonu üretimini…’ demek.
Emperyalizm’in vekâlet savaşını yürüten Kürtçülere karşı çarpışan güvenlik güçlerine ‘silah bıraksın’ demek…
Anadolu’nun toprak bütünlüğü olan Misak-ı Milli sınırlarındaki devletlerin parçalanması ve yeni sınır arayışları sırasında “oturun oturduğunuz yer de; yurtta sulh, cihanda sulh deyin” demek…
Bunlar; emperyalist sevicileri…
SORUNLAR ARTIYOR
İktidar’a gelirken verdiği 3 Y (yasaklar, yoksulluk, yolsuzluk)ile mücadele vaadiyle prim yapıp, ülke’yi yamalı bohça(koalisyon) hükümetlerinden kurtarmıştı…
Yasaklar ve yoksulluk konusunda aldığı mesafe ile ikinci kez iktidarı perçinlemesi kolay oldu. Bürokrasi ile mücadeleyi kaybetmesi yanında, örgütlerini ‘yerleşik yapı’ durumuna getirmesi ve yolsuzlukla mücadelede yenik düşmesi, arkasındaki gücü zayıflattı.
Ancak, elle tutulur bir muhalefet olmayışı;
‘ehven-i şer’ yani ‘kötünün iyisi’ zorlamasıyla yine iktidar oldu.
Giderek ‘yerleşik yapı’ya dönüşen yan kuruluşlar ‘kraldan çok kralcı...’
Merkezi idare temsilcileri iktidarın İl yöneticisi gibi…
Cemaatlerin çeşitleri giderek çoğalıyor, etkinlikleri de…
Bürokrasi İmparatorluğu bunları ‘Hayırsever Kuruluşlar’ diye kucaklıyor…
Dün ‘paralelcileri’ kucakladıkları gibi…
Tesettür’de özgürlük alan başörtüsü ise çok çabuk bozuldu.
‘Bel, basen, aşağı mahalle’ teşhircisi örtülüler(!) giderek artıyor.
Kamu Kurumları yine eskisi gibi, arpalık…
18 Personel, 24 çift maaşlı yöneticisi olan bir kamu kurumuna(Amele birliği), iki yönetici de Yeni Bakan ekliyor…
Çevre ve İnsan Sağlığı’nda yeni uygulamanın slogan göstergesi ilginç: Eğitime yardım et, çevreyi istediğin kadar kirlet…
Sendika /cılık… Görevi, çalışan sayısını ve hakkını savunmak, ülke ekonomisine katkıyı özendirmek olan sendika, bir kurumdan (TTK) üç bin çalışanın çıkartılmasını; çalışma hakkını engelleme (lokavt)isteğiyle ‘haddini’ aşabiliyor…
Medya çok sesliliğe inat, dördüncü kuvvet olmaktan uzak, üçe bölünüp(Havuz, paralel, Holding), güven ve itibarını kaybetmiş…
İktidar’ın muhalefetten fazla yaptığı tek şey; icraatla propagandayı birlikte yürütmek…
Yani, ‘sakız çiğnerken lâf yetiştirmek.’
Velhasıl-ı kelam… Yapılan iyi şeyler kadar, kötü görüntü ve işler var…
‘Göç yol da düzelir’ sözü yeterli değil, bu gidişat için.
KİM YÖNETECEK
Terör bataklığının kaynağı, emperyalizm’in Türkiye’ye karşı savaşını vekâleten yürüten, çocuk katillerinin merkezi Kandil’in meclis şubesi HDP mi yönetecek Türkiye’yi?
Parti içi Muhalefetin topladığı imzaları hiçe sayan ve 15 yıldır Sultan edasıyla oturduğu koltuktan kalkmayan bir Genel Başkan’ın MHP’si mi?
Delege oyunlarıyla Kurultay kazanmaktan öte gidemeyen, kaset kahramanı bir Genel Başkan’ın Ana Muhalefet Partisi mi yönetecek Türkiye’yi?
Yönetemez çünkü, tecrübe ile sabit… 7 Haziran da millet AKP’ye tek başına iktidar yetkisi vermedi. Muhalefet’e ‘haydi, iş başına’ dedi… Becerip, iktidar olabildiler mi?
SONUÇ:
İktidar için ‘her şey mubah’ın ayet yapılması, siyasi ve sosyal ahlâkı her gün törpülüyor.
Muhalefet mi? Kâğıt üzerinde bile varlığı tartışılıyor…
Gerçek şu ki, ‘Vatan’ açısından bakıldığında bir karamsarlık var.
Ancak, unutulmasın ki: Türk Milleti, böyle zamanlarda hep bir kurtarıcı bulmuştur.
Kanije de Tiryaki Hasan Paşa/ Pilevne de Gazi Osman Paşa, Kut’ül Ammare de Mirliva Halil Paşa, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal gibi…
Bu açıdan: Halkoyu ile Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan’ın öne çıkması, ülke yönetiminde söz sahibi olmasını içine sindiremeyenlerin sorduğu ‘Türkiye’yi kim yönetiyor’ sorusu abesle iştigaldir.
Ülke’nin ihtiyacı olan Play mayker(oyun kurucu) rolünü üstlenmek, sadece halk desteği değil, medeni cesaret işidir de…
7 Haziran sonrası iktidar olma akıl ve cesaretini gösteremeyenlerin, Milli İrade’yi beğenmeme gibi bir lüksleri olamaz.
Çünkü; zaman ‘koltuk savaşı’ yapma zamanı değil.