YALANDAN ‘ANAYASA’ KAVGASI…
Türkiye’nin içinde bulunduğu jeo politik (politik yer) ve şartlar, sert tartışma zeminine müsait değil.
Hele de sivil toplum ruhunun pekişmediği yani demokratik olgunluğa erişmediği zamanlarda… Tartışmanın seviye ve zaviyesini yozlaşmış siyaset belirliyorsa, durumun vahameti daha da artar.
İçerde emperyalizme vekâleten savaş yürüten bir bölücü örgüt, sınırlarımızda ise iki devletin(Suriye-Irak) parçalanması ve paylaşılması için uğraşan onlarca Emperyal Güç varken…
Asgari müştereklerde birleşemeyenlerin; ‘devlet’e nizam verme’ gibi bir lüksü olamaz, olmamalı. Her şeye rağmen olacaksa ki, ortak paydada buluşma oranı matematik olarak norm tuttursa da, moral ve motivasyon olarak, tartışmaya açık olacaktır.
Görünen odur ki; içinde bulunduğumuz hal ve şartlarda bu tartışma yapılacaktır.
Bana göre yapılması gereken, kendi hukuk ve demokrasimizi oluşturacak ‘anayasa’yı yapmaktır. Evrensel Hukuk kurallarının yer aldığı kadar, toplum alışkanlıklarının da göz ardı edilmeyeceği kurallar. Yani, örf, adet ve gelenekler…
NEDEN ANAYASA?
Türkiye’nin; demokratik hayata adapte oldukça, 17 kez değiştirilmesine rağmen, gündeme Yeni Anayasa’nın oturması, sıradan değildir. Anti demokratik hükümleriyle, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan darbe anayasası, Türkiye’nin bünyesini sıkmaktadır.
Anayasalar; özünde hukuk ve demokrasi yatan, toplumsal mutabakat metinleridir. Bireysel özgürlüklerin, örgütlenme alanları yaratıp, devlet sistemini taşıyacağı birlikteliklerdir.
Kâğıt üzerinde sıralanmaktan öte, toplum tarafından özümsenip, hayata geçirilirse ayakta kalırlar.
Kişi ya da bir kurumu ayakta tutmak için yapılıp dikte ettirilirse, toplumu siyasi etik olarak bozup, Kaos’a sürükler.
Demokratik devletin üzerinde yükseleceği toplum, gönüllülük esasına göre oluşturulmuş sivil toplumdur. Sivil toplumun en büyük düşmanı, siyasi yozlaşmadır.
Siyasi yozlaşmanın en önemli aktörleri, siyasi partiler ve liderleridir. Siyasi partiler, iktidar olmak için her yolu mubah sayıp, toplumu kendi zihniyetleri paralelinde örgütlemekten, toplum katmanları arasına nifak sokmaktan kaçmazlar. Siyasi partilerdeki yozlaşma ve lider sultası, anayasa içinde yer alan Siyasi Partiler Yasasından kaynaklanmaktadır.
Lider’i, Sultan yapan bu yasadır. Lider, kendisini seçecek olan vekilleri atama yetkisi alırsa, Sultan olur. Genel seçimler yerine; parti kurultaylarındaki başarıyı hedefler.
TÜRKLERDE ANAYASA
Türklerin Anayasa ile tanışması 1876 da, Osmanlı döneminde Teşkilat-ı Esasiye kanunu ile olmuştur. O zaman Cumhurbaşkanı yerine Padişah (Hukuki Mukaddesi), Meclis Başkanı yerine Sadrazam (Başbakan)vardı.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile tanışması ise 1921 de oldu.
Sonra peş peşe geldi ‘Toplumsal Sözleşme’ adı altında, ‘topluma ayar verme’ çalışmaları(1924 - 1961 - 1980). Cumhuriyet ve Demokrasi nutukları altında ele alınmış ve topluma kabul ettirilmişlerdir. Kurtuluş Savaşında yedi düveli(!) alt etmemize rağmen, Cumhuriyeti ittifakla kuramamışız (289 -158).
Onun içindir ki, Cumhuriyet’in ilanından(1923) tam 27 yıl sonra (1950)demokrasi’ye, çok partili hayata geçebildik.
Ancak, Anayasalı sıkıntılar devam etti…
Düşünün; 1970- 80 yıllar arasını… 10 yıl da 12 hükümet kurulmuş. Hükümetlerin, ortalama on aylık dönemleri olmuş.
1991- 2002 arası dönemde, yaklaşık 16 aylık dönemleriyle 9 hükümet kurulmuş.
Bir başka açıdan, Türkiye’nin en yıkıcı ekonomik krizleri, 1978, 1999, 2001 koalisyonları döneminde olmuştur.
KAYIP YILLAR
Anayasa ile tanışmamızdan bu yana tam 140 yıl geçmiş.
Ancak, incelendiğinde görülecektir ki, bu 140 anayasalı yılın tam 72 yılı, çeşitli kesintilerle ‘kayıp yıllar’ olarak tarihte yerini almıştır.
1876’da Kanuni Esasi kabul edilip, Meclis-i Mebusan açılıyor. Bir buçuk yıl aradan sonra, Sultan Abdülhamit, Meclis-i Mebusan’ı tatile gönderiyor. 30 yıllık bir tatil.
140 yıldan bunu düşün.
1908’de parlamento yeniden toplanıyor.1909’da Bab-ı Ali baskınıyla birlikte, İttihat ve Terakki’nin ‘Tek Parti Diktatöryası’ başlıyor.
Savaş zamanları içinde parlamento’nun çalışmadığı /çalıştırılmadığı, dolayısıyla ‘parlamenter Sistem’in işlemediğini görüyoruz.1909 - 1920 (11 yıl)
140’tan 11 yıl düşün
1920’de Meclis Ankara da toplanıyor.1924’e kadar İstiklal Savaşını yöneten meclis; esasen parlamenter sistem değil, Meclis Hükümeti denen bir sistem.
1925’te Takrir-i Sükûn ile birlikte, CHP dışındaki partilerin hepsi kapatılıyor.
Türkiye de daha sonra seçim yapılıyor ama seçeneksiz. Yani, Tek Parti dönemi…
1950’ye kadarparlamenter sistemden bahsedilemez. ( 25 yıl
140’tan düşün 25 yıl daha.
Türkiye’yi uzun yıllar yöneten statüko, bürokratik oligarşi ve bunları temsil eden CHP, 1950’de seçimi kaybediyor. 1954 - 57’de kaybediyor.
Serbest seçimle iktidar olma şansı olmayınca, farklı bir formül geliştiriliyor. Darbe formülü.
27 Mayıs 1960’da darbe yapılıyor.
1965’e kadar yine çekişme - cunta etkileriyle, parlamenter sistem askıda.(5 yıl)
1965’te yeniden normalleşme başlamışken, bu kez de 12 Mart 1971 darbesi
1973’te parlamento işlemeye başlıyor (2 yıl)
140’tan 7 yıl daha düşün.
1980’de ‘kara eylül’ darbesi. 1983’e kadar darbe dönemi… 140’tan Üç yıl daha düşün
1989’a kadar Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı, Anayasa’da özel hükümlerin olduğu, düşük yoğunluklu bir darbe dönemini saymayalım...
1989’da Parlamenter Sistem yeniden çalışmayla başlıyor.
28 Şubat 1997 bir müdahale daha.
Netice de: Anayasa ile tanıştığımız 140 yıllık tarih içinde, tam 76 yıl kesinti var.
Geriye kalan 64 yıl, sistemin yerleştiğini ve güzel işlediğini göstermiyor.
Bu güne bakarsak, işlemediğini ve yerleşemediğini gösteriyor.
DEVLETLER VE REJİMLER
Dünya da yaygın ve işler durumda olan dört rejim var. Başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi, parlamenter sistem ve Monarşi (krallık).
Başkanlık sistemi: Cumhurbaşkanı Halk tarafından seçilir. Yürütme, yasama dışından belirlendiği için bağımsızdır. Yasama, yürütme, yargı erkleri her konuda tarafsız ve bağımsızlığını korur.
Başkanlık Sistemi ile yönetilen ülkeler: ABD, Uganda, Zambiya, Tanzanya, Siera, Şeyşeller
Yarı Başkanlık Sistemi: Yetki, halk tarafından seçilmiş Başkan ve meclisten seçilen kabinededir. Başkanın meclise karşı sorumluluğu yoktur.
Fransa, Rusya, Çin, Portekiz, Nambia, İrlanda örneklerdendir.
Parlamenter Sistem: Yürütmenin başı Başbakandır. Cumhurbaşkanı sorumsuzdur.
Bakanlar kurulu, parlamentoya karşı sorumludur.
Parlamenter sistem, 2008 yılına kadar, dünya da favori rejimler başında geliyordu.
2008 küresel krizi Avrupa’yı vurup, borç krizi yaratınca, koalisyon kaynaklı siyasi istikrarsızlık sıkıntı yarattı.
Parlamenter Sistem tartışılmaya başlandı.
69 yıl da 63 hükümet değiştiren ve Avrupa borç krizi ile birlikte 4 yıl da 4 hükümet değiştirilmesinden sonra, İtalya ilk operasyonu yaptı.
İtalicium Yasası ile tek başına iktidarı güvence altına aldı.
Bu yasaya göre; % 40 üzeri oy alan siyasi hareket / parti: Temsilciler Meclisi’nin % 55’ine, bir başka deyişle 630 sandalye’nin 340’na sahip oluyor.
Kimse % 40 çıkaramazsa; en çok oy alan iki parti arasında 2. tur seçimi yapılıyor.
Parlamenter Sistem ile yönetilen ülkeler: İtalya, Hindistan, Türkiye
Monarşi (Krallık):Yetkileri sembolik olan hükümet başkanı olanlar yanında, yetkileri etkili olanlarda var. Bahamalar, İngiltere, İsveç, Fas, Japonya, Papua Yeni Gine, Nepal, Küveyt gibi
G 20’de DURUM
Peki, dünya’nın en kalkınmış 20 Ülkesinde durum nasıl?
Dünya’nın en büyük ekonomilerini oluşturan G 20 ülkelerinin biri hariç(AB/Avrupa Birliği);
7 Ülke (ABD, Arjantin, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Meksika, Güney Afrika)  Başkanlık Sistemiyle;           
2 Ülke(Fransa, Rusya) Yarı Başkanlık sistemiyle;
8 Ülke(Hindistan, Avustralya, İngiltere, Japonya, Kanada, Almanya, İtalya, Türkiye) parlamenter sistemle;
2 Ülke(Çin ve Suudi Arabistan) otokritik rejimle yönetiliyorlar.
Demek ki neymiş? Kalkınmak, güçlü olmak için rejimin adı önemli değilmiş…
TÜRKİYE’DE DURUM
15 yıldır iktidarda olan siyasi parti(AKP), Yeni Anayasa ile birlikte ‘Türk Tipi’ başlıklı ‘Başkanlık’ sistemine geçişi teklif ediyor. Muhalefet ise, ‘Parlamenter sistem’den başkasını konuşmamak için, ‘Anayasa komisyonu’ çalışmalarını da terk ediyor.
Ortada bir karmaşa var. Bu gün ki ‘parlamenter sistem’le Türkiye’nin bölünme aşamasına geldiğini söyleyen muhalefet, Başkanlık Sistemiyle de Ülkenin bölüneceğini belirtiyor.
Dikkat edin. ‘Anayasa’nın ilk dört maddesi değişirse bölünürüz’ diyenler, maddeler yerindeyken de ‘bölünüyoruz’ feryadı ediyor.
Gerçek şu ki, parlamentonun özgürlük performansı zayıf
Çünkü: Milletvekillerini, bölgelerinde parti tabanları değil; partinin lider sultası belirlemiş.
Erk/kuvvetler ayrılığı prensibi(Yasama- Yürütme- Yargı) işlemiyor. Koalisyon dönemlerindeki erkler ayrı ayrı bağımsızlıklarını ilan etmişti. Şimdi ise sayısal çoğunluktaki iktidar paralelinde çalışıyorlar. Muhalefetin getirdiği hiçbir teklifin geçmesi mümkün değil. Meselâ; iktidar, bütçeyi istediği gibi yapıyor ve geçiriyor. Eleştiriler haklı da olsa, ‘çene suyu çorba’ niteliğinde kalıyor.
Yasama - yürütme- yargı’dan sonra 4. güç (denetleyici) olması gereken ‘Medya’ ise üçe bölünmüş. (Paralel Medya- Holding medyası- Havuz Medyası).
Bu gün halkın % 60’ı Adliye’ye güvenmiyor. ‘Adil / bağımsız yargı yok’ diyor.
Bir hâkim ve/ya savcı sorgulanmıyor. Sistem yargılanıyor.
ANAYASA ve MADDELER
Hukukçular, çok maddeli anayasaları, daha ziyade ‘darbe’ ve ‘vesayet dönemleri’ anayasaları olarak tanımlar. Devletin siyasete yani millete güvenmediği toplumlarda yapılan anayasalar…
Bu gün yürürlükte olan Anayasamız 177 maddeden oluşuyor.
Kuvvetler birliğini benimseyen 1921 Anayasası 23 madde, 1924 Anayasası 105 madde, 1961 Anayasası 157 esas 20 geçici madde, 1982 Anayasası 177 esas iki geçici maddeden oluşmuştur.
Dünya da bazı anayasalarda durum ise şöyledir.
ABD Anayasası 7 madde. Alman Anayasası 146, Fransız anayasası 89 madde.
Anayasası olmayan İngiltere ise yargıç kararına dayanan bir hukuk sistemi ile yönetiliyor.
Tartışılan Yeni Anayasa ile ilgili AKP’nin sunduğu metnin madde sayısı 105.
(Bu aynı zamanda 1924 Anayasası madde sayısı) CHP: 173 madde, HDP:171 madde, MHP: 125 maddelik metinler sunmuşlar.
SONUÇ:
Başkanlık Sistemi, olsa da olur, olmasa da
Ancak; Özgürlükçü / katılımcı demokrasi, insan hak ve özgürlüklerine dayanan, güçler ayrılığı prensibini esas alan, Yeni/ Sivil Anayasa şart.
Kabahat; bu güne kadar yapılan Anayasalardan çok, Anayasaları yapandadır.
Anayasalara, evrensel değerler ve yabancı kültürler kadar toplumsal değerler yerleştirilmezse, ‘hedef bünye’ ile olan bağlantıları kesilir.
İLK DÖRT MADDE: Gerekirse tartışılmalı. Atatürk Milliyetçiliği ve Kemalist ideoloji’ye herkesin uyması, uydurulması mümkün mü?
Sistemde temsiliyet esas alınmalı. Temsil edilmeyenlerin, sistemle mücadeleye başladığı unutulmamalı. (Başörtüsü konusu gibi)
Dolayısıyla yeni Anayasa; inanç, etnisite ve yaşam tarzları açısından kapsayıcı olmalı, dışlayıcı değil. Asgari müştereklerin arttığı, ötekileştirmenin azaldığı bir anayasa
LİDERLER: ‘Demokratiklik’ konusunda; 1983’te yapılan genel seçimde, siyasete veda eden darbeciler kadar olamayanBeden dilleriyle alternatif olamayış yanında, halk huzurunda bile ‘masa’yı değil, kavgayı seçen Partilerin başındaki politiplerin; güvendiği tek güç seçim kanunu.
Liderler, kendilerini ‘Sultan’ yapacak, milletvekillerini belirleme yetkisinden arındırılmalı.
Milletvekillerini; partilerin yerel tabanları, performanslarına göre belirlemeli (Yürütmenin yerelle dengelenmesi). Bu, Parlamentonun özgürlük performansını da yükseltecektir.
GÜÇLER AYRILIĞI: Toplum Sözleşmesi(Anayasa) sonrası, özgürlükler garanti altına alınmalı. Denetleme mekanizması oluşturulup, yargı bağımsızlığı sağlanmalı.
BAĞIMSIZLIK: İçinde bulunduğumuz coğrafya, siyasi dağınıklığın nelere mal olduğunu gösteriyor.
İstikrarın olmadığı ülkeler, devlet olma vasfını yitiriyor.
Kaldı ki, istikrar arayan ülkeler de bile ‘iç karışıklıklar’ ile ‘düzen değişikliği’ aranıyor.
Son söz: Birbirini denetlemeyen ‘yasama –yürütme yargı’, üçe bölünmüş medya ve Milletvekilini partinin Genel Başkanı belirledikten sonra; sistemin adı Parlamenter ya da Başkanlık olsa ne yazar? Bu şartlarda yapılacak anayasa, darbe ruhunu yaşatır.
Görünen o ki; yapılan ‘kayıkçı’ kavgası.