17 Mayıs 2010'da meydana gelen grizu faciasının 11. yıl dönümüydü dün. TTK Karadon maden ocağı, 30 madenciye mezar olmuştu. Ocak ağzında bekleşen gözü yaşlı anneler babalar, eşler çocuklar, öylece gözümün önüne geldi. Kimisi hamile, kimisi kucağındaki bebekle, eşinin, ocaktan gelecek güzel haberini bekliyordu. Manzara mahşer yerini andırıyordu. Sıra sıra ambulanslar, canlı yayın araçları, Kızılay çadırları... Ve ocağa kilitlenen acılı gözler...

3 günlük beklemenin ardından kömür gibi yanmış cesetler, teker teker çıkarılıp morga götürülmüştü . Ve ambulansların siren sesleri arasında yankılanan acı çığlıklar gökleri sarmıştı...

Morgda cenazeler karışmıştı. Anneler babalar, eşler, evlatlar, kor gibi yanmıştı o gün... Hani madencilere adanan bir söz vardır: "Yanan bizdik, siz kömür sandınız"

Evet, o gün kömür yanığıyla gönül yangınını tüm hücrelerimize kadar hissetmiştik.

Allah bir daha böyle acıları yaşatmasın Zonguldak'a...

Sahi, o faciadan sonra ne oldu?

30 kişinin ölümüne neden olanlar bedelini ödedi mi derseniz?

Ne yazık ki, gönlüm buna 'evet' diyemiyor!..

Maden ocaklarında şehit olan bütün işçilerimize rahmet diliyorum. Geride kalanlara sabr-ı cemîl niyaz ediyorum. Ocaklarda çalışan bütün işçi kardeşlerimize de kazasız belasız bir yaşam diliyorum.

     ***

Sevgili dostlar, hayat bir rüya...

Bugün varız, yarın yokuz; kimseye kalmaz bu dünya!

Yine güne sevdiğim bir arkadaşın vefat haberiyle uyandım. Eskişehir'de liseden sınıf arkadaşımdı. Adı Emin'di... İnsanlığına güvenilirdi...

Derken lise günleri bitti; üniversite sınavıyla beraber hayat ayrı yerlere, farklı mesleklere savurdu bizi.

O Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni oldu, ben gazeteciliği seçtim. Üç kız babasıydı. En son 5 yıl kadar önce Eskişehir'e gittiğimizde evine uğramıştık. Eşlerimiz ve çocuklarımız da tanışıp kaynaşmıştı. Kıymetli eşinin Bolu yöresinden olması dolayısıyla Zonguldak'ta biz de onları ağırlayacaktık... Olmadı, Kader nasip etmedi. Emin kardeşim, 41 yaşında kanserden Rahmet-i Rahman'a kavuştu.

Rabbim merhametiyle muamele buyursun... Geride kalanlara sabır versin...

HEMŞERİİİMMMMM!!!

Malum, geçen haftalarda da yine bir hemşerimi kaybetmiştim, koronadan. Yalçın ağabey... O da Bilecikli olup Zonguldak'ta yaşayanlardandı... Allah mekanını Cennet etsin... En son, değerli eşi Serpil hanımefendi ile bizim köye gitmişlerdi. Orada anamı, babamı görmüş, seradan domates, biber, patlıcan ve salatalık gibi çeşitli ürünleri kendi elleriyle toplamanın sevincini yaşamışlardı. Bu heyecanı telefonla arayarak benimle de paylaşmışlardı. Annemin gönderdiği hediyeleri almak üzere geçen yaz iş yerine gitmiş, uzunca sohbet etmiştik. 

Ondan sonra çarşı pazarda denk gelirsek ayak üstü görüşürdük. Beni ne zaman görse, "Hemşeriiimmm!" diye seslenirdi. Yalçın ağabey, herkes tarafından sevilip sayılan, güzel bir insandı... Naif yapısı vardı. Fotoğrafçılığı çok seviyordu. Özellikle doğa gezisi yapmak ve gezdiği yerleri fotoğraflamak en büyük tutkusuydu... Vefatından kısa süre önce BKM tarafından limanda güneşin batışını çektiği fotoğrafı, ödüle layık görülmüştü...

İşte, O da sessiz sedasız göçtü bu diyarlardan.

Allah hepsine rahmet etsin...

Ailelerine ve çocuklarına sabırlar versin...

HESAPLAR BOZULDU, PLANLAR ALTÜST OLDU!

Çok zor günlerden geçiyoruz.

Sevdiklerimizin varlığı ve yokluğuyla imtihan oluyoruz. Varlıkla, darlıkla, hastalıklarla, kısaca insanlıkla sınanıyoruz...

Korona yasakları kaldırılmaya başlandı. İnsanlar çok sıkıldı. Ama hala günlük vefat sayısı 200'lü rakamlarda. Az değil. Bakın Zonguldak'ta sadece 14 ayda 936 kişi koronavirüs salgınından vefat etmiş. Düşünün 1 yılda yaklaşık 1000 kişi sessiz sedasız ölmüş. Çok dehşet verici bir rakam bu. Göğüs göğüse yapılan Çanakkale harbinde bile bu kadar Zonguldaklı şehit olmamıştır.

Öbür taraftan yasaklı gün sayısı uzayınca insanlar çok sıkıldı. 17 günlük yasağın ardından dün itibariyle herkes çarşı pazara akın etti. Bizim 50 bin üye sayısına sahip Halkın Sesi Zonguldak isimli sosyal medya grubunun kurucusu Sayın Mustafa Ok, bu durumu "Millet 17 gün sonra cezaevinden çıkmış Kader mahkumları gibi çarşıyı doldurmuş..." sözleriyle dile getirdi. Ki haksız da sayılmaz.

Zor günler dedim ya...

Dışarıya çıksan ayrı dert, çıkmasan ayrı bir dert. Ekonomi dibe vurdu. İşsizlik tavan yaptı. Çaresizlik boyu aştı. Ahlaksızlık, bir birinin canına kıyma, cinayet, dolandırıcılık, adam sendecilik, adam kayırmacılık, duyarsızlık... diye sıralanan ve toplum tarafından ayıplanan ne kadar kötülük varsa bugün hepsi zirve yaptı.

Hesaplar bozuldu, planlar altüst oldu. 'Şöyle büyük devletiz, böyle büyük milletiz' diyen o şımarık ülkeler başta olmak üzere, bütün dünya, o küçücük mikrop karşısında aciz kaldı.

Geçici tedbirlerle, aşılamalarla engel olmaya çalışılsa da istenen seviye yakalanamadı. Kısaca dünya, artık korona salgınından önceki dünya değil. Bazı şeyler değişti, bazı şeyler köklü değişime uğrama yoluna girdi.

Bütün bunların yanında (ifademi mazur görün) İsrail alçağı; bebek, çocuk, kadın, yaşlı dinlemeden sivilleri hedef almaya devam ediyor. Bebekler vahşice öldürülürken, bütün dünya seyrediyor. Dünya böyle alçaklık görmedi. Dünya böyle sağırlık da görmedi.

Hani insan hakları ve demokrasi havarisi kesilen iki yüzlü devletler nerede? Taa 1915'teki Ermeni tehcirini(göç ettirme), hiçbir bilimsel temele dayanmaksızın soykırım olarak tanıyan ABD, bugün bebeklerin öldürülmesi karşısında insan haklarını unuttu mu yoksa?

Hayır... Bunların karakterinde emperyalizm var, kan dökmek var, siyonizm var. Keşfettikleri coğrafyalardaki yüz binlerce Kızılderili'nin burnuna halka takıp köleleştirme, vahşice katletme var. O yüzden ABD ve vahşi Batı, kendi ülke sınırları içindeki vatandaşlarının hayatını garanti altına alırken, sömürdüğü ülkelerin ve hassaten halkı Müslüman olan ülkelerin insanlarına, hayvanlara verdiği değeri vermiyor.

Onlarınki; -bizim hatalarımız, tembelliğimiz, eğitim, bilim, kültür sanat, hukuk ve ekonomi alanındaki geri kalmışlığımızın üstüne inşa ettikleri- bir küstahlıktır.

Ve daha kaç asır, aynı yerden gol yiyeceğiz, bilmiyoruz biz?

Haydi, silkinip, "Daha insanlık ölmedi" demenin vaktidir, şimdi...

***

Not: Değerli Okurlarım! Yazımın başlığına da çekmiş olduğum "Yanan bizdik, siz kömür sandınız" sözü, Zonguldak Çaycumalı Akademisyen Sayın Mustafa Eyriboyun Hocamıza aitmiş. Net bilgi sahibi olmadığım için sözün sahibini yazmamıştım. Kıymetli bir okurumun hatırlatması üzerine bu dipnot bilgiyi arz eder, saygılar sunarım.