Bir tuhaf, bir garip, bir şaşkın ülke Türkiye… Şu yaşıma geldim, kamuoyunda yoğun şekilde tartışılan toplumsal sorunlardan bir tanesinin bile sağlıklı bir sonuca ulaştığını görmedim bugüne kadar… Galiba bundan sonra görmeye de ömrüm yetmeyecek… Tek parti döneminin başbakanlarından Refik Saydam’ın, “Bu memlekette a’dan z’ye her şey bozuktur” sözü, yarım asırdan fazla zaman geçmiş olmasına karşın doğruluğunu nasıl da koruyor? Şaşırtıcı şey doğrusu… Yalnızca devlet işlerinde değil, hayatın tümünde a’dan z’ye bozuk her şey… Toplumsal dengeler şaşık en başta… Sınıfsal konuşlanmalar baştan sona yanlış… Siyasi pozisyonlar, ideolojik duruşlar akla ziyan bir görünüm sergiliyor… Hele hele sendikal alana öyle bir garabet hâkim ki anlatılabilir gibi değil… Türk-İş’in geldiği yer ortada. Bir de Memur-Sen diye AKP’nin “al gülüm, ver gülüm” sendikası var ki durumu da, duruşu da evlere şenlik vallahi…

 

Töb-Der’i Tüm-Der’i de biliyorum bir parça, ama kamu çalışanlarının özellikle 80 sonrası verdiği sendikalaşma kavgasını çıplak gözle izlediğim için çok daha iyi biliyorum. Değil örgütlenmenin, örgüt kelimesinin bile ağza alınmadığı karanlık günlerde, 12 Eylülün kılıç artığı eğitimciler, Eğit-Der’i kurdu önce… İlhamını Tös’ten, insan kaynağını ise Töb-Der’den alan Eğit-Der kurulduğu andan itibaren hedefinin öğretmen sendikası olduğunu söyledi. İğneyle kuyu kazarcasına verdiği mücadele sonrasında bunu başardı da. Sendika kurmanın gizli örgüt kurmaya eş değer olduğu zamanlarda önce Eğitim-İş, sonra da Eğit-Sen kuruldu. Baskı, gözaltı, sürgün ve cezalara aldırmadan mücadeleyi sürdüren bu iki sendika daha sonra birleşerek Eğitim-Sen adını aldı. Ardından Tümbel-Sen ve diğer sendikalar kuruldu. Daha sonra KESK’i oluşturacak olan bu sendikaları devlet yasal olmadığı gerekçesiyle kapatıyor, kamu emekçileri mühürleri sökerek çalışmalarını sürdürüyordu.

 

MEMUR-SEN’İN REKORU

Polis şiddetine, baskıya aldırmadan sürdürülen onurlu mücadele kamu çalışanlarının sendikal haklarını kazanmasıyla sonuçlandı. “Osmanlı’da oyun bitmez” sözü bu alanda da yaşama geçirildi hemen, başlangıçta kamu çalışanlarının tek örgütü olan KESK’in karşısına yandaş sendikalar çıkarılarak, mücadele iğdiş edilmeye çalışıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse başarıldı da... ANAP, DYP hükümetleri zamanlarında Kamu-Sen, AKP hükümeti zamanındaysa Memur-Sen kamuda en çok üyeye sahip konfederasyon oldu. O zor dönemlerde sendikal hak ve özgürlükleri kazanma mücadelesinden vazgeçtim bu uğurda savaşan emekçileri gammazlayarak sürgünlere gönderen, işten atılmalarına, cezalandırılmalarına neden olan ihbarcılar, kamu çalışanlarının temsilcisi sıfatını kazandı. Hele Memur-Sen’deki üye artışı dudak uçuklatıcıydı. Dünya sendikacılık literatürüne girecek bir rekoru kırdı, AKP’nin iktidarda olduğu zaman dilimi içinde üye sayısını on beş kata yakın artırdı.

 

AKP’nin Truva atı Memur-Sen, şu sıralarda siyasal hayatta da başat rol oynayamaya çalışıyor. İşbirlikçi tavrını Gezi Parkı eylemleri nedeniyle de sergileyerek, yandaşlık konusunda sınır tanımadığını dünya âleme ilan ediyor. Okumuşsunuzdur belki, İl Temsilcisi Kamuran Aşkar bu konuda dehşetengiz bir basın açıklaması yaptı geçtiğimiz günlerde.“Birkaç ağacın yerinin değiştirilmesi bahanesiyle başlayan, akabinde marjinal grupların, ajanların, faiz lobisinin yerli(!) uzantılarının dahil olmasıyla kırılma yaşayan ve 28 Şubat’ın psikolojik harekâtını andıran her türlü yol ve yöntemle darbeye yelteneler, milletin oynanan oyunu ve bunun arka planını fark etmesiyle birlikte boylarının ölçüsünü almışlardır.” dedi. Hızını alamayan Aşkar, “Ülkemizde yıllardır sürdürülmeye çalışılan kardeş kavgasının ve terör belasının bitirilmeye çalışıldığı bir dönemde, kararlı adımların atılmasından rahatsızlık duyanların, kan duracak diye kanı donanların boş durmaması milletin gözünden kaçmamaktadır” diyerek iddialarını daha da ilerilere taşıdı. Sözün kısası, orantısız güç kullanıldığını iktidar çevreleri bile kabul ederken, AKP aşkından gözü kararan Aşkar, buna hiç değinmeyerek kraldan çok kralcılık yaptı…

 

AYIP BİR ŞEY

Burada Gezi Parkı’nda kim haklı, kim haksız tartışması yapmayacağım. Vicdanını başkalarının emrine vermiş bir topluluğun temsilcisi ile bunları tartışmaya hiç gerek de yok zaten. Meramını anlatmaktan aciz bu sözleri nereden kopyaladığını da biliyorum ayrıca… İşbirlikçi sendikanın temsilcisine öyle ya da böyle, bir sendikal örgütün başında olduğunu ve tümüyle hükümet ağzıyla konuşmasının en azından “ayıp bir şey” olduğunu, haddim olmayarak anımsatmak istiyorum ama. Bir parkta yatmak gibi son derece barışçıl ve masum eylem yapan göstericilere polisin olayları çığırından çıkaracak şekilde uyguladığı şiddeti kınayıp taraflara en azından itidal tavsiye etmesi gerekirken, hükümet komiserliğine soyunup göstericileri boyundan büyük sözlerle suçlamasının hiç de etik bir şey olmadığını belirtmek istiyorum ayrıca… Etik olmadığı gibi, sendikal hareket açısından yüz karası bir durum olduğunun da altını kalın çizgilerle çiziyorum…

 

Üşenmedim, merak ettim baktım. “Aşkar” kuyruğu ve yelesi siyah, diğer yanları beyaz olan savaş atı demekmiş. Yazılana göre hiç kimse boy ölçüşemezmiş “aşkar” atla. Divan Edebiyatı’nın biçimlerinden biri olan kasidenin alt türü methiyelerde sıklıkla geçermiş adı. Methiyelerde methedilen kişinin bindiği at, “aşkar” olurmuş mutlaka.  Herkesinkinden daha güçlü, daha hızlı ve daha güzelmiş çünkü. Bunları öğrenince eskilerin “ismiyle müsemma” deyimi geldi birden aklıma. İşbirlikçi sendika temsilcisinin yaşam biçimi adıyla örtüşüyordu gerçekten. Hükümet yandaşlığında, işbirlikçilikte, dezenformasyon yayarak gerçeği ters yüz etmekte kimsenin onunla yarışması mümkün değildi çünkü… Hele bir aşka geldi mi, kim tutardı ki onu…