Geçen akşam yüreğimizde hep ince bir sızı olarak duran şehrimize, bir de, Bandocu Süreyya Akkaş’ın penceresinden baktık…
1950’li yılardan günümüze Zonguldak’ın müzikal tarihinde, soluk soluğa bir geziye çıktık usta müzisyenin peşinde; kentin altmış yılını bir saate sığdırdık…
Bir parça eğlendik; ne de olsa müzik üzerine konuşuyorduk, şen nota sesleri doluyordu zaman zaman kulağımıza…
Dostlukların sıcağıyla içimiz ışıdı, titreyen bir sesle Akkaş’lı günlerin düşlerde kalan anlarını anlatırken, orada olamayanları da hasretle anıyordu dostları…
Epeyce bilgilendik, Merkez Atölyelerinin bir zamanki hali, Ereğli Kömür İşletmesinin kente sunduğu kültür hizmetleri, ilk caz orkestralarının kuruluşu, Akkaş’ın birçok yerde kurduğu belediye bandoları birbir akıp gitti gözlerimizin önünden…
En çok da hüzünlendik… Ertan Günay… Yılmaz Süer… Yılmaz Erkut… Sedat Öztek… Levent Ağralı… Mato ve Grubu gibi iz bırakmış isimler bir hüzün bulutu gibidolaştı aramızda…
Deniz Kulübünün altın günlerini özlemle yâd ettik; limanın içine sanki kentin doğal bir parçasıymış gibi uzanan Sürmen Düğün Salon’unda hep birlikte kafayı çektik...
Otelin yerinde henüz yeller esen Emirgan’ın salaş bahçesinde,denizi gümüşi parıltılarla yakamozlayan güneşe, büyülenen gözlerle bakarken, içimizi yakan çayın sıcağı değil anılardı…
Oradan Uzunkum’a uzanıp, şimdi yerinde kocamana bir apartman bulunan Gülistan Çay Bahçesi’nde hüzünler devşirdik…
İÇKİ DE SATILAN DEVRAN PARKI’NDA OTURAMAZDIK
Süreyya Akkaş’ı dinlerken çocukluğum, ilk gençliğimbir ışık seli gibi geçti gözlerimin önünden…
Ali Barlı Apartmanı’nın altında Park Lokantası vardı, hemen yanında da Özkul Televizyon Galeri… Evimizin henüz televizyonla tanışmadığı zamanlarda film salonum gibiydi orası…
Kara, kuma karışarak da olsa pek çok milli maç izledim camında; hiç unutmuyorum Yasin Özdenak’ın kalede olduğu bir maçta Bulgaristan’dan beş gol yemiştik…
Hemen karşısındaki çocuk parkında çok şen günüm geçti, o aletten bu alete delice koşarken nasıl da mutluydum…
Üç beş kuruş denkleştirebilirsem, mutlaka, golf oynardım hükümetin arkasındaki alanda…
Hemen yanındaki Devran Parkı, ferforje sundurmaların altındaki masalarına oturamasam da, sıkça uğradığım bir yerdi; yanımda büyük biri olmazsa oturamazdım, canlı müzik yapılan bahçede içki de veriliyordu çünkü…
Ahmet Naci Püren, Nezahat Barkam, zaman zaman Yılmaz Süer şarkı söylerken, kimi zaman da sihirbaz gösterileri yapılırdı; bahçeyi sınırlayan şimşir çalılarının arkasından büyülenmiş gözlerle izler, ne kadar dikkatli baksam da hileleri anlayamazdım…
Orayla ilgili pek çok fotoğraf karesi var aklımda…
Siyah beyaz fotoğrafların epeyce bölümünde, İspanyol paça pantolonlu gençler, boş bira şişelerini dizdikleri masada, düğmelerinin en az üç tanesini açtığı uzun yakalı gömlekleriyle bakıyor objektife…
Şık kadınlar, şarkılara eşlik ederken gülümsüyor…
Oralarda değil de kimi düğünlerde dinlediğim Ertan Güney’se bir efsane şehirde; güçlü orkestrası ile elit bir kesime, gerçekten iyi müzik yapıyor…
GERÇEKTEN DE “ADAM YAPAN FABRİKA” İMİŞ
Tarihin cilvesi işte, EKİ’nin Çırak Kursu’nu bitirip Karayol Motor Atölyesi’ne işbaşı yaptığımda atölye şefi olan Necati Yanık’ın yardımcılarından biri Yılmaz Süer, diğeri de Ertan Güney’di…
Çalıştığım birim Ertan Güney’e bağlıydı, beni gözü tutmuştu epeyce, ne çok şey öğrendim ondan…
Büyük ustam, adı herkesçe saygıyla anıldığına göre ışıklar içinde yüzüyor şimdi…
Süreyya Akkaş da bando okulunda birlikte müzikle tanıştığı ustamla çok güzel anılar biriktirmiş olmalı, ondan söz ederkenyüzüne başka bir pırıltı yayılıyor…
O akşam bir kez daha anladım ki kent denen organizmanın oluşumunda pek çok şeyin payı var…Oluşumundan değil de birikiminden söz etmek gerekiyor, kentler bir birikimin, en çok da ortak hatıraların ürünü galiba…
Endüstri tesisleri, yapıları, mahalle ve sokakları kadar oralarda biriktirilen hatıralar kente değer katıp, kimlik kazandırıyor…
Hatırabiriktiremeyen kentler kökleşip bir gelecek kuramıyor kendine, hatıralarını yitirenlerse ruhunu ve kimliğini de yitiriyor…
Süreyya Akkaş, kimi zaman törensel geçişler yapıyor anı evinde bu kentin, kimi zaman da eğlence dolu bir akşamın hoş bir melodisi olarak kulağına doluyor…
Trombonundan ruhunu üflüyor altmış yıldır Zonguldak’ın, her melodisi bir başka hatıra demeti olarak bir yere yazılıyor…
1955 yılında küçücük bir çocukken çırak olarak girmiş Merkez Atölyesi’ne, zaman içinde, hem iyi bir tesviyeci, hem demükemmel bir müzik adamı olup çıkmış; eskiler orası için “Adam yapan fabrika” diye boşuna dememiş galiba…
Teşekkürler Süreyya Akkaş, bu kenti kent yapan değerleri ürettiğin için…