Bir müjde olarak söylemeliyim ki, “Yeşil Dolar” adındaki bol boyalı mevkutenin yeni bir sayısı daha çıktı. Sağ olsun Çaydeğirmeni’nden arkadaşlar, nasılsa bedava ya, bana da ulaştırdı bolca. Okudum, çok da bilgilendim, kimilerini arkadaşlarıma da verdim hatta… Delibozuk bir Türkçe ile kaleme alınmış, dile uluorta tecavüz edilmiş olsa da bu fikir ummanından onlar da nasibini almalıydı bolca… Zonguldak’ta hiçbir gazeteye nasip olmayacak kadar lüks baskılı mevkute birinci hamur kağıdın kar beyazına yayılmış bol rengi ile göz alıcıydı yine… Sürmanşet de bir harikaydı doğrusu: “Ekmeğimizle oynuyorlar.” Ne yalan söyleyeyim, gözlerim yaşardı okurken. Dört çekerli cipleriyle ortalıkta fink atan, garibanların Yeşilçam melodramlarını aratmayacak çilesi içimi acıttı. Bu ayki emekli maaşımdan ne yapıp edip birkaç bidon yakıtı kargo ile gönderesim geldi naçarlara…
Öyle ya, Çaydeğirmeni halkı cömerttir, ta bilmem nereden kalkıp ekmek parası uğruna beldelerine gelmiş fukaraları aç susuz bırakmaz da, her biri diğerinden daha fazla yakan dört çekerli ciplere yakıtı nereden bulacak biçareler… Üç-beş kuruşu denkleştirip altına bir taka çekemediği için yayan yapıldak gezmeye müebbeden mahkum birisi olarak, insaniyet namına yapacağım bunu. Yazıktır, havasını suyunu, toprağını bilmedikleri yaban ellerde, bir de yayan mı dolaşsın elginler? Hem, ekmek parası uğruna sürgün hayatı yaşayan garipler bir de ayağına geçirecek pabuç parası peşinde mi koşsun? Alberto Guardiani, Emporio Armani, Tommy Halfaiger gibi firmalarda bir ayakkabı kaç para, haberiniz var mı? Bu markalar nereden mi çıktı? O yakıt canavarı ciplere benim gibi ucuzlukçudan alınmış ayakkabılarla binecek hali yok ya biilaçların…
FINDIK ÇUBUĞUNDAN SİLAHLARI VAR
Mevkuteden anladığıma göre, bir de başka boyutu var işin. Köylü kılığına girmiş şakiler, yollarını kesip tehditler savuruyor, iş makinelerini yakıp şantiyelerini dağıtıyormuş… “Muhtar Cemal” kod adlı çete başının önderliğinde, “Lokantacı Zekai” lakaplı sergerde, müstear adı “Taksici Hayati” olan leşker, yanlarına “Sevim teyze” namıyla maruf yedi belayı da alarak, “Siz paranın, bizse doğanın dilinden anlarız. Sularımızı size vermeyeceğiz, yaşam alanlarımızı savunacağız.” gibi ucu vatan hainliğine kadar uzanan laflar ediyormuş bulduğu her fırsatta… Kandırdıkları kimi kadınların eline, canhıraş bir çalışma ile vatan-millet yararına yaptıkları HES’i yer ile yeksan edecek 2-3 santimetre çapında fındık çubuğundan ağır silahlar da veriyorlarmış… Zavallı kadınları Bük Köprüsü’nün üzerine çıkarıp fındık çubuklarını sert sert yere vurduruyorlarmış ki, Allah muhafaza köprü yıkılsın da, suç HES yapan gurebaya kalsın diye…
Ya adı üstat gazeteciye çıkmış, ta Zonguldaklardan gelip araya fit sokmaya çalışan erbabı kalemle, icra davası takip etmek gibi hayırlı bir iş dururken açlıktan nefesi kokan üç-beş kendini bilmezin savunmanlığını üstlenen hukuk fukaralarına ne demeli? Ne doğru söyleyeyim, bol boyalı mevkutenin turuncu zeminindeki gerçekleri, büyük harflerle yazılmış 16 puntodan okuyunca yazdıklarımdan utandım. Şakilere açıkça destek veren şaşkınlığıma yandım daha sonra. Ekmeğinin peşindeki Allah’ın garipleri zaten bizar düşmüş, derdini hangi dağa dökeceğini şaşırıp kalmışken, bir de bizim yalan yanlış yazdıklarımız hangi vicdana sığardı ki? Nasıl bir insandık ki biz, zoru günü memleket sevdası olan sermayedarların değil de, “vatan-millet düşmanı” baldırı çıplakların yanında yer alıyorduk… Yazık değil miydi bu vatana…
ARHAVİLİ ŞAŞKINLARIN İPİYLE DEVREK’TE KUYUYA İNİLMEZ
Mevkutenin manşetinde, sürmanşetinden daha değerli bir haber vardı: Dört sütuna yayılan başlıkta“HES’e evet eylemi yapıldı” yazıyordu. Bocaladım bir an, tarifsiz bir keder sardı yüreğimi. Her ne kadar kendimi gazeteci saymasam da iyi kötü basın dünyasının içindeydim. Ama bunca önemli haberi, “Yeşil Dolar” adlı mevkuteden öğreniyordum sıkılmadan. Kendime kocaman bir “yuh” çekmek üzereydim ki, alttaki satırlardan eylemin Arhavi’de yapıldığını okudum ve “yuh”um, kocaman bir “oha”ya dönüştü… Bizim “koca Reis” Arhavili şaşkınların ipiyle Çaydeğirmeni’nde kuyuya inmeye çalışıyordu çünkü… Arhavi’nin AKP’li belediye başkanı topladığı bir kısım insana “HES’lere ve işadamlarımıza sahip çıkacağız. Marjinal sesleri susturacağız” diye seslenmiş habere göre… Memleketin yarısını götürdükleri halde, sütten çıkmış ak kaşık olmayı beceren madrabazların bir de bu şekilde ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı değildi elbette…
Bilgisayarın başına otururken gayet ciddi bir yazı yazacaktım sözde. “Yeşil Dolar” adlı mevkutenin son sayısından yola çıkıp yazımın altına hafif tertip tehditle, açık açık Ulupınar’dan nemalandığımı yazan HES sevdalısına cidden yanıt verecektim. Tehdide aldırış etmem mümkün değildi de, yolda görsem tanımakta zorlanacağım, tümüyle ayrı dünyaların insanı olduğumuz için bir kez bile karşılaşmadığım, hiç tokalaşmadığım bir zattan nemalandığım yorumu canımı sıkmıştı doğrusu… Paragözlerin herkesi kendisi gibi zannettiğinden dem vuracaktım ki, yazı irademin dışına çıktı, kendi kendine şamataya vurdu işi… Aklıselimden uzaklaşıp, mafya özentisi bir dille mevkute çıkaran şirketle olsa olsa gırgır geçilirdi ancak… Şişt! Koca Reis! Ağır ol biraz… Senin pir-i muganın, onca biber gazına karşın topçu kışlasını yapamadı daha… Sen Çaydeğirmeni’ne HES yapamamışsın çok mu?