Tarih bize hep gösterdi ki, insan kötüdür… Tüm varlıkların en zalimidir en başta… Kendini en gelişkin saydığı sözde modern zamanlarda bile en acımasızıdır canlı türlerinin… Bencil, bir o kadar çıkarcı ve ikiyüzlüdür… Gadrinin, hırsının, açgözlülüğünün sınırı yoktur asla… Alabildiğince doyumsuzdur… Davranışlarını belirleyen sevgi ve merhametten daha çok öfke ve kin duygusudur… İster biyokültürel sosyal bir varlık olarak sayın insanı, isterseniz “Eşref-i mahlukat” zor durumlarda varılan yer hep aynıdır: İlk terk edilen şey şefkat, vicdan ve paylaşım duygusudur…
Tertemiz bir yürek ve kullandığı sevgi diliyle bu topraklara merhamet çınarı olarak kök salan Hrant Dink’in vicdansız kurşunlara hedef olduğu günlerde, insan abidesi Rakel Dink’in söylediği gibi bebekten katil yaratmayı becermiş karanlık bir dünyanın sahibidir insan… Tabanı delik ayakkabılardan daha çok beyaz bereli acımasızlık olarak çıkar çoğu zaman tarihin önüne… Her soluk alıp verişinden, ağzından çıkan her tümceden, aklında oluşan her fikirden evrene sınırsız kötülük sızması, içinin isli bir zifirle dolmasındadır… İnsan, empati yoksunluğunun cisimleşmiş adı, taşa yüklense çatlatan nefret duygusuzluğunun esiridir…
PARA ADINA HAZİNE DENEN KUBURDA BİRİKİYOR
İcat ettiği paranın kölesi olduğundan beri, masumiyet, yıldızlardan da uzak bir duygudur insana… Para emek hırsızlığının, eşitsizliğin, açlığın, bitimsiz yoksulluğun, bir koyup yüz alma yüzsüzlüğünün, fırsatçılığın, haslet yitiminin, muhacirliğin, kıyılara vuran ölü çocuk bedenlerinin, yertsiz yurtsuz kalmanın sebebi hikmeti, esbabı mucibesidir çünkü… Adına hazine denen kuburda, alın terinden daha çok zorbalıkla, talanla, istilayla, işgal ve kıyımlarla birikir… Her dilde, her dinde ganimet helal, savaş mubahtır… İnsanlık tarihinin savaşların tarihi olarak yazılması bu yüzdendir zaten…
Ağla üzgün yurdum… Üzerinde yaşayanlar hesaba sığmayan bir çürüme, insanlık yitimi yaşıyor ne kötü ki… Alanlarını büyük kalabalıklarla dolduran caniler, kendisi gibi düşünmeyen masum insanları yakıp, yıkıp öldürüyor, sonra da her dönemde kahraman olarak geçiyor tarihe… İnsan müsveddelerin evladı ölmüş anayı gök gürültüsünü andıran naralarla yuhalarken, tiranların, ellerini ovuşturuyor keyifle… Kokuşmuşluk öyle kök saldı ki, bombalı saldırılarda insanları onar yüzer öldüren caniler değil de, kurbanlar suçlu ilan ediliyor… Yetinilmiyor, stadyumlar dolusu ıslıkla küfrediliyor hatıralarına…
PAÇOZLUK OLAĞAN YAŞAM BİÇİMİ OLDU
Ağla üzgün yurdum… Ölümün kutsandığı uğursuz coğrafyanda, her yanında, boy boy tabutları sıralanıyor yoksul çocuklarının… Kimi zaman bir bombalı saldırı oluyor ecelsiz ölümün adı, kimi zaman iş kazası… Kimi zaman “Vatan savunmasında öldü” deniyor genç ölülerinin arkasından, kimi zaman “Ekmek parası peşinde…” Nerede, hangi nedenle ölmüş olursa olsun tabutun içindeki bedenlerle, başında nutuk çekenler hiç değişmiyor… Propaganda bombardımanına tutulup bin bir desiseyle aldatılan insanların usta işi yalanlarla ruhsuzlaştırılıyor… Paçozluk olağan yaşam biçimin oldu artık…
Ağla üzgün yudum… Kapına sığınmış yersiz yurtsuzlar, diplomasi denen kumarın kozu olarak sürülüyor sınır kapılarına… Zemheri ayazında çoban ateşlerinin başında sabahlayan üç-beş aylık bebekler, anne babalarının kucağında, battı batacak botlara binmek için koşuştukları suların içinden toplanıyor… Birileri üzerinden diplomasi yapıp, oyun kurucu payesi kazanmak için yeni Aylan bebekler vursun istiyor sahillerine… Annelerinin öpmeye doyamadığı dal bedenler, gergin yüzlü fedailere döndürülürken insan kadar insanlık da ölüyor… Ağla güzel yurdum… Sevgisizlik kol geziyor topraklarında…