Ruhunu hırslarına teslim etmiş, vicdan denen duyguyu çoktan unutmuş vampirler dışında herkes son aylarda artan şiddet olaylarından duyduğu korkuyu dile getiriyor.  Havuz medyasının apoletli yazarları ile nefret söylemi yaymayı gazetecilik zanneden paçavralar dışında herkes sağduyu çağrısı yapıyor. Açık oturumlarda, tartışma programlarında, köşe yazılarında Suriyelileşme tehlikesine işaret ediliyor. Sayıları az da olsa sürekli okurlarım farkındadır, aynı tehlikeyi çok önceden beri anlatmaya çalışıyorum bu köşede… Yaşanan vahşetin yalnızca bugüne değil, ileriye doğru da sonuçları olacağına işaret ediyor,  barışa koşmaktan başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını ısrarla vurguluyorum.


“Irak, Suriye, Mısır, Libya halklarını birbirine düşürüp, sonra da güvenliği sağlama gerekçesiyle yönetimine el koyan dünyanın efendileri, aynı yöntemi tüm sinsiliğiyle Türkiye’de de uyguluyor. Kim üstlenirse üstlensin, patlayan her bomba, sıkılan her kuşun, işlenen her cinayet kesinlikle bu plana hizmet ediyor. Pusu kurup, yol kesen PKK canileri de, gencecik bedenleri patlatıp toplu katliamlara imza atan IŞİD barbarları da, vatana sahip çıkma adına zehirli bir dille kendi gibi düşünmeyen herkese hakaret yağdıran, ötekileştiren milliyetçi aymazlar da, şehidine sahip çıkma adına oraya buraya saldıran, yakıp yıkan şuursuzlar da tüm farklı söylemlerine karşın, aynı planın taşeronluğunu yapıyor…” demişim örneğin bir yazımda.

 

DUVARA ANLATIYORUM GALİBA

“Yaşananlara bakılırsa, Anadolu’da bin yıllardır bir arada, barış içinde, yan yana yaşayan halkları birbirine düşman etmek için gecesine gündüzüne katan zalimler bu kez başaracak galiba…” cümlesini de kurduğum bir başka yazıda, “Halkları öldürmekle tüketemeyenler yüreğimize ektikleri kin tohumları, düşmanlık duygularıyla birlikte yaşam irademizi aşındırıp içimizdeki insanı yok ederek toptan imha yoluna gidiyor… Hiç farkında değiliz ama birbirimizin eksiğini çoğaltıp, en geri duygularına seslenerek kendimizi azaltıyoruz aslında…” demişim. Ama duvara anlatmışım galiba… Süreç içinde sağduyu hepten yok olurken, alçakça cinayetler, kanlı pusular, ölümüne tuzaklar, nefret dolu cümleler, linç girişimleri artarak sürüp gitti çünkü…

 

Benim açımdan en acı yanıysa, buna, bu satırların yayımlandığı gazetenin de alet olmasıydı. Halkın Sesi’nde yayımlanan kimi yazı ve haberler, bir şarkıdaki, “Kardeşin duymaz” nakaratını anımsatıyor çoğu zaman bana… Derya Aktaş Zonguldak Şehit Aileleri Derneği Başkanı Mustafa Korkmaz ile geçtiğimiz günlerde bir mülakat yapmış örneğin. Nefret söyleminden hakarete, suç olan fiilin övülmesinden halklar arasında kin ve nefret yaymaya kadar bin türlü suçun işlendiği o röportaj, mesleki, etik hiçbir süzgeçten geçirilmeden, olduğu gibi gazeteye yansımış. Her ne kadar gönül başka türlüsünü istese de, evlat acısını onulmaz bir yara olarak içinde taşıyan Başkan Korkmaz’ın öfke dolu sözlerini bir parça da olsa anlamak mümkün olsa da, Halkın Sesi’nin sorumlu bir gazetecilik yaptığını söylemek mümkün değil ne yazık ki…

 

ÜLKENİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜNE HİZMET ETMİYOR

Başkan Korkmaz’ın, o röportajda, hele hele Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret için sarf ettiği sözleri, değil gazeteye basmak kahvehanede duyulsa yüz çevirmek gerekiyor. Bir kadın gazetecinin, kimliği ne olursa olsun, bir başka kadın için dile getirilen ağza alınmayacak sözleri olağanlaştırıp gazete sayfasına taşıması başlı başına sorun olduğu kadar, gazetecilik meslek ilkelerine de aykırı. Şiddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan, nefret ve düşmanlığı körükleyen, hakaret içeren yayınlar yapılamaz çünkü. Kişileri ve kuruluşları eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez. Şiddeti ve zorbalığı özendirici, insani değerleri incitici sözler kullanılamaz.

 

Kaldı ki Leyla İmret’in tepkilere neden olan sözlerinin çarpıtıldığı, bizzat yayımlandığı yabancı gazete tarafından da açıklandı. Bu açıklama İmret’e atfedilen sözlerin en azından şüpheli olduğunu gösteriyordu. Toplumun bir kesimine her türlü hakaretin suç kapsamından çıkarıldığı ülkede, bu durum da hoyratça gözden kaçırıldı ve tüm kabalığıyla gazeteye taşındı. Hadi Derya Aktaş genç bir gazeteci ve tüm bunları bilmiyor diyelim, ya gazetecilik namusuna çok güvendiğim Mustafa Özdemir’e ne oluyor? Yayımlanan haberlerin dili, içeriği konusunda daha dikkatli olması gerekmiyor mu Sevgili Mustafa’nın? Kin, düşmanlık taşıyan, nefret suçu yayan cümlelere “fikir özgürlüğü” adına Halkın Sesi sayfalarında daha ne kadar katlanacağız?

 

Sırası gelmişken, acısına çok saygı duyduğum Başkan Korkmaz’a bu tavrıyla ülkenin bölünmez bütünlüğüne hizmet etmediğini anımsatmak isterim. Yakıp yıkarak, asıp keserek hiçbir şeyi halledemeyeceğimizi, aksine sorunları daha da derinleştireceğimizi, tarih, binlerce kez öğretti bize…  Başkalarının da kendisi gibi canı yanıp, memleket baştan sona kan gölüne dönünce canı rahat mı edecek sanki sayın başkanın? İnsanın başına gelecek en büyük felaketlerden birini yaşamış, acıdan yüreği oyuk oyuk olmuş bir insana bencileyin bir tuzu kurunun bunları söylemesi doğru değil belki, ama gönlüm kamuoyuna çok daha olgun mesajlar veren, birliğe, kardeşliğe vurgu yapan, ne olursa olsun kızı yaşındaki kadınlara hakaret etmekten kaçınan bir insan istiyor… “Ben yandım, herkes yansın” çiğliği yerine, “Ben yandım, başkası yanmasın” olgunluğu inanın çok daha mutlu kılıyor insanı…