12 Eylül 1980’de bıyıkları yeni terlemeye başlamış bir delikanlıydım henüz… Kuşağımdan her insan gibi ben de çoktan yüreğimi sokağın sesine katmış, sınıfsız sömürüsüz bir dünya mücadelesinin içine girmiştim… O yılların Zonguldak’ında sol değerlerle buluşup solcu olmamak sözcüğün tam anlamıyla eşyanın tabiatına aykırıydı… Tank sesleriyle uyandığımızda, “Yıkalım bu köhne düzeni / Biz başka dünya isteriz” haykırışlarına çocuk sesimi çoktan katmış yasal olanlar bir tarafa korsan miting yapma, duvarları yazılama, pankart asma gibi “büyük suç (!)” sayılacak birçok eylemin içine girmiştim…

Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığının kurduğu askeri mahkemelerce alınan ifadelerde bir iki kez adım geçse de, iddianamelere girmediği için kıl payı farkla kurtuldum kapımızı kırarak hayatlarımıza dolan vahşetten… Ben kurtuldum belki ama yaşı benden biraz büyük dava arkadaşlarım falakadan küfre, kaba dayaktan Filistin askısına kadar işkencenin bin türünü gördü… En azından içinde olduğum hareket için söylüyorum ki, hiç biri eline silah bile almamıştı oysa…  Almadığı gibi en fazla şimdi de, en fazla kabahat sayılabilecek masum eylemlerin dışında somut hiçbir suçları da yoktu… 

HAYATIN HER ALANINA YASAKLAR GETİRİLDİ

Ancak Evren ve cuntası için bir araya gelip “Yıkalım bu köhne düzeni” demek bile hayatlarımızın karartması için yeterli suçtu…  Birçoğu sudan gerekçelerle 650 binden fazla kişi gözaltına alındı… 1 milyon 683 bin kişi fişlendi o karanlık günlerde, 230 bin kişi yargılandığı 210 bin dava açıldı… İnanılır gibi değil şimdi tam 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi 49’u infaz edildi. Cezası infaz edilenler arasında 18 yaşına bile gelmemiş insanlar da vardı… Gözaltında, cezaevlerinde 300 kişi kuşkulu bir şekilde ölürken bunun 171’inin işkence ile olduğu kesin olarak saptandı…

Bununla da kalınmadı… 388 bin kişiye pasaport yasağı getirildi, 14 bin kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı… 30 bin kişi mülteci statüsünde yaşamak zorunda kaldı… Yetmedi, ülkedeki bütün siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları kapatılırken, tüm grevler yasaklandı. Kültür hayatına da büyük darbe vuruldu… 937 film sakıncalı bulunarak yasaklanırken, on binlerce kitap yakılarak imha edildi… Gazeteler için 300’ün üzerinde dava açıldı. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı…

KENAN EVREN’İ ELEŞTİRMEK, DEVLETE YÖNELİK SALDIRI SAYILDI

Tüm demokratik hak ve özgürlüklerin üzerinden silindir gibi geçilirken hazırlanan anayasa ile topluma adeta bir deli gömleği giydirildi… Emekçilerin hak arama yolları kapatıldı, bunun sonucunda toplumun geniş kesimleri büyük bir yoksullaşma sürecine girdi… Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kurulup üniversiteler zapturapt altına alınarak bilimin, teknolojinin gelişmesi engellendi… Fikirlerin korkunç bir şekilde sansüre uğratıldığı o süreçte, en küçük bir eleştiri bile büyük suç sayıldı… Cunta ve onun başı Kenan Evren’i eleştirmek, devlete yönelik bir saldırı olarak görülerek cezalandırıldı…

Devran döndü, derelerin altından bin türlü sular aktı… Bu dünya, “Kurduğum düzen kıyamete kadar sürecek” diyen Evren’e de kalmadı… Ahir ömründe apoletleri de sökülen paşa çıplak geldiği dünyadan nefer olarak göçtü hatta… Şimdi muktedirin biri bundan hiç ders almayarak yüz yıllık programlar yapıyor kendine… Bu uğurda yasaklar koyup, şahsıyla devleti eşleştiren bir siyasi atmosfer yaratıyor… Cezaevleri tıpkı o günlerdeki gibi dolu tıka basa… Kitaplar sakıncalı… Düşünce dile getirmek büyük tehlike… Biz ki, Evren karanlığını delip geçtik… Emin olun bunu da aşacağız… Birisi “Bu da geçer yahu” mu demişti geçenler? Aynen öyle…