Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Ana Bilim Dalı’nda görev yapan Üstün, projeyi incelediğini, birinci regülatör için nehir yatağının, iki buçuk kilometrelik bölümünün dört buçuk metre, ikincisi içinse dört buçuk kilometre buyunca sekiz metre derinleştirileceğini söyledi. Şirketin yeterli eğim bulamadığı için suyu borularla yükseğe taşıma yerine, derinleştirerek debisini artırmayı tercih ettiğini söyledikten sonra, “İlkin ‘ÇED gerekli değildir’ belgesi almışlar. Sonra da kapasite artışına giderek, hiç izin almadan inşaata başlamışlar. Dere yatağının derinleştirilmesi demek akiferlerle gelen yeraltı sularının oraya kaçması demektir. O da pek çok köylünün çok daha derin sondajla su kullanacağı anlamına gelir.” dedi.
DEVLET PSİKOLOJİK SAVAŞ YAPIYOR
Yaşamlarında birebir karşılığı olduğunu gördükleri için anlatılanları can kulağıyla dinleyen köylülere, “Esas mesele elektrik falan değil. Suları ticari bir meta haline dönüştürüp şirketlere pazarlamak istiyorlar. Bunun hukuki altyapısını oluşturdular. Bir müddet sonra suları size parayla satacaklar ve siz tarım yapamaz hale geldiğiniz için buraları terk etmek zorunda kalacaksınız. ” derken sesi hüzün doluydu. Beyza Hoca bir saatten fazla konuştu o gün, sorulan tüm sorulara açıklıkla yanıt verdi. Dostça bir tınıyla seslendirdiği kapanış cümlesi de manidardı doğru: “Unutmayın çevre mücadelesi, sınıf mücadelesidir. Antikapitalist olmak zorundadır…” Daha sonra köylülerin ikramı olarak pilav nohut yerken, dost sofrasında buluşmuş olmanın aydınlığı vardı yüzünde.
Doğrusu ya o buluşma köylüler için hiç de kolay olmamıştı. Başta Devrek Kaymakamı olmak üzere devlet erkânı, yaptırmamak için adeta psikolojik savaş açtı köylülere. Bilinen teraneyi yineleyip, dışarıdan gelecek provokatörlerin olay çıkarma olasılığına karşı, toplantının yapılmamasını istedi. Baskılara boyun eğmeyen köylülerse 300’ü aşkın bir insnla geldiler buluşmaya. Köylülerle Beyza Hoca’yı yan yana getirmemek için her yolu deneyen devlet, mesele şirketler olunca birden değişiverdi nedense. Hızla harekete geçti, DSİ HES Daire Başkanı Ali Şahin başkanlığında bir heyeti şirketin avukatlığını yapmak üzere Devrek’e gönderdi. Yapılan, çok çirkin bir kraldan çok kralcılık oyunuydu.
DSİ DİĞER PROJELERDEKİ SUÇUNU KABUL ETTİ
İlginçti doğrusu, bugüne değin ileri sürülen binlerce iddiayı görmezden gelip hiçbir yanıt verme gereği duymayan devlet, şirketin düzenlediği pilavlı, dönerli toplantıda bir hafta önce söylenen yalanları yanıtlamaya gelmişti sözüm ona. Kadınların eylemi karşısında öfkeden deliye dönmüş bir yüzle masada oturan devletli efendiler, pek çok yerde yapılan HES’lerin verilen vaatlerin aksine çok büyük çevre katliamına neden olduğunu örnekleriyle ortaya koyan köylülere, şirket yetkilisinin, “Kimi kötü uygulamalar oldu. Ama bu doğru projedir” şeklindeki yanıtını başlarıyla onaylarken suçlarını da ikrar ediyordu aslında. O uygulamalara onay verenler de onlardı çünkü. Oralarda da tüm itirazlara yalnızca kulaklarını değil, gönüllerini de kapatıp, bin türlü yalanla halkı kandırmışlardı. Şimdi de buradaki sözlerine inanmamızı bekliyorlardı bizden. Bizim olmasa da, Çaydeğirmeni köylülerinin bu yalanlara karnı toktu çok şükür ki…
“Toraktan öğrenip, kitapsız bilen” köylü teyzeler, olağanüstü bir direniş örneği sergiliyor Devrek’te. Kahvelerde pinekleyen erkeklere hiç aldırış etmeden, “harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi, aynı yorgun alışkanlık, aynı yürek ferahlığıyla” alıyor yalanların karşısında yerini. Suyuna, toprağına, geleceğine sahip çıkarken, egemenlerin işlerinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Onlarsa, “Kurtuluş Savaşı’ndan daha fazla can vererek ülke ekonomisine değer katan, belki de ülkenin devletine en bağlı, en ağır başlı insanlarının yaşadığı bu coğrafyada halkı bunca hiddetlendiren, sokağa döken ne yaptık acaba?” diye sorma gereği bile duymuyor kendilerine. Dedim ya HES’çi şirketin kâr hırsından gözü dönmüş. DSİ bürokratlarıysa sularımızı satabilmek için, halkın sesine, gözlerini değil yalnızca gönüllerini de kapatmış ne yazık ki…