Siyasetçilerin sık kullandığı bir yöntem olan polemik, “söz dalaşı” olarak tanımlanıyor... 70’li yılların ikinci çeyreğinden beri yakından izlediğim siyasette söz dalaşı hiç eksik olmadı… Fikri hayatımız, söz dağarımız biraz da bu dalaşlarla zenginleşti… Ecevit, Demirel, Türkeş ve Erbakan, ilk gençlik yıllarımın siyasetteki kare asıydı… Atışmalarını, çoğu zaman, kahkahalarla dinlerdik… Çok esprili ve zekice cümleler kurarlardı çünkü… Nasıl beceriyorlardıysa nezaketi de bırakmıyorlardı ellerinden… En ateşli konularda bile kimse diğerine önadıyla seslenmez, soyadının başına “sayın” sıfatı da eklerdi mutlaka…
Bu fikrime tanıyan herkes katılacaktır, Demirel ve Erbakan tanıdığım çok zeki siyasetçilerdi… En müşkül soruları büyük bir manevra yeteneği ile savuşturur, ince esprilerle süsleyerek sunarlardı topluma… Ayrıca meddahlara taş çıkarak tiyatral yeteneğe de saiplerdi… Fikirlerine hiç katılmasak da keyifle dinlerdik konuşmalarını… Bu arada çok şey de öğrenirdik… Türkeş, bugün, yemek tarifi yapsa yırtınacakmış gibi bağıra çağıra konuşan ardılı Bahçeli’nin bana hep uzak gelen görüşlerini gülmeyen bir yüz ve değişmeyen monoton bir sesle anlatırken, Ecevit nezaketin simgesiydi…
SAMİMİYETSİZLİĞİMİZ ARTTIKÇA SENLİ-BENLİ DAHA ÇOK KONUŞUR OLDUK
Devran döndü, meydan Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve en çok da Erdoğan’a kaldı… Kareyi Akşener mi tamamlayacak, yoksa Gül gibi köşesine mi çekilecek, ya da Demirtaş gibi zorla mı indirilecek sahneden, onu zaman gösterecek… Ama durum şu ki, zamane liderlerinin dili toplumu zehirlemekten başka hiçbir sonuç doğurmuyor… Hele, uydurulan “Reis” mitosuyla efsanevi bir kişiliğe büründürülmeye çalışılan Erdoğan, her konuşmasında, bir gerilimden bir başka gerilime sürüklüyor bizi… En küçük eleştirilere bile en üst perdeden cevap vererek siyasette derin yaralar açıyor…
Sayesinde “siz” diye bir hitap kalmadı siyasetçilerin dilinde… “Sayın” sözcüğü meclis kürsüsünde mecburiyetten söylenen bir sıfat haline dönüştü… Dilin ironisi de bu olsa gerek, “samimiyetsizliğimiz” arttıkça “senli-benli” daha çok konuşur olduk milletçe… Olympos tanrıları gibi yüceleştirildiğinden, Erdoğan’a, itina ile seslenmek bir zorunluluk haline gelirken, o, ana muhalefet partisinin genel başkanına bile ön adıyla seslenip, “Bay Kemal” diye başlıyor her söze… “Şerefsiz”, “müfteri”, “alçak”, “cibilliyetsiz”, “zürriyetsiz” sözleri ağzından düşmüyor…
TOPLUMSAL YANSIMALARI DERİN OLUYOR
Havuz medyasına kimi hedef gösterse, anında itibarsızlaştırma kampanyası başlıyor… Siyasal görüşlerine asla katılmayacağım Abdullah Gül’e yapılanları akıl dışı mesela… Son çıkan KHK için “İçinde muğlak ifadeler var” dedi diye yapılmayan kalmadı kendisine… Dünkü “kardeş”, bir anda, “bozguncu” oldu… Havuzdan beslenmeli ördekler, kan kokusu almış yırtıcılar gibi hakaretin kıyısında dolaşan cümlelerle saldırıya geçti… “Yiyin birbirinizi” deyip temaşayı seyretmek isterdim ama yapamıyorum, toplumsal yansımaları derin oluyor çünkü…
Tıpkı Erdoğan gibi yandaşlarıyla da en küçük bir meseleyi tartışmak mümkün değil artık… Onlar da eleştiriye kapalı tümüyle… Sahibinin sesi olup, beş parmaklarına yaydıkları beş karayla, karşı cümle kuran herkese ya FETÖ, ya da terörist damgası vuruyor… Kötüsü, hiç tanımadıkları insanlara bile iftira atabiliyorlar rahatça… Sorsan en Müslüman her biri, alınları secdeden kalkmıyor… Ama yalanın, iftira ve gıybetin bini bir para… Kimsenin kimseyi anlamadığı bu karanlıkla, düpedüz, toplumsal barış dinamitleniyor… AKP, beyinlerini bulamaca döndürdüğü insan tipiyle bizi uçurumlara sürüklüyor…