Hep memleket hikâyeleri yazmaktan sıkıldım… Bu sefer de bir varmış bir yokmuş’la değil, bir gelmiş, hiç gitmemiş’le başlayan bir masal anlatacağım size… Yalancının mumunun hiç sönmediği, çapul peşinde koşanların muma döndürüldüğü zamanlardaki masal, evrak-ı metrukeye göre, fi tarihinde geçiyor… Mağripte mi, Maşrık’ta mı, insin cinsin dünyasında mı yaşanmış orası hiç bilinmiyor… Olan biteni tabir etmekte acze düşmüş taife-i ulema da, vakanüvislerle işini bilir Re’isül-küttaplar da bilmiyor zaten… İddia edilir ki, akıllar pazara çıkarıldığı için herkesin kendi mutlu saydığı o diyarda, namı cihanı sarmış bir ulu reis yaşarmış…

Ulviyeti kendinden menkul sanları varmış reisin… Ona “Hak aşığı bir fakir” derlermiş en başta… Zerreden fezaya, yerlerden göklere bütün alemlerin Rabbinin en sevgili kullarından olduğuna kuşku olmadığı gibi, rivayete göre, tuğyana haddini bildirmekle mükellef bir hükmü zişanmış kendisi… Tüm arz küresinde küfre batmış, iman selametinden uzak kalmış kibriyanın kalbine korku salan “Allah’ın aslanı” denirmiş kendisine…  Dünya hayatına ait ziynet ve debdebeden uzak kalıp kendine verilen rızıkla nimetlenmeyi bilen hamt sahibi bir yüce gönül olduğu da dilden dile dolaşmaktaymış… 

FRENK ALEMİ KISKANÇLIKTAN SAÇ BAŞ YOLARMIŞ

Ömrünü milletine adamış, bu uğurda serden de yardan da geçmiş bir hizmet ehli olduğuna da ittifak edilen hazret, üstün belagati ve cerbezesi ile necip milletine, necis yiyecek ve içeceklerden uzak durmasını tavsiye eder, başka türlüsünü zinhar yasak kılarmış… Ulu hakanın telkinleriyle işret dahil her türlü necasetten uzak duran ahali, serinlemek için yerli ve milli meşrubat içer, tavşankanı çay ve pınarlardan şeker şerbet lezazetle akan sulardan nasiplenir, zaman zaman açlıktan karnı guruldasa da haline şükredermiş… Bunla da yetinmez, belini doğrultacak birkaç lokma, vücudunu soğuk ve sıcaktan koruyacak bir hırka bulduğunda da bahtiyar sayarmış kendisini… 

Herkesin mutlu mesut yaşadığı ülke, başarılarıyla tüm Frenk alemine kıskançlıktan saç baş yoldururken birden zuhur eden bedhahlar kem sözler yaymaya başlamış ortalığa… Bu serdengeçtiler, “Avamın külliyatlı bölümü, nohut oda bakla sofa evlerde fakr-u zaruret içinde yaşarken, 1 milyar 370 milyon kaimeye yaptırılan sarayda yaşayan halktan kopmuş, kendini canlı cansız varlıkların, hayvanların, bitkilerin, cinlerin, meleklerin sahibi sanan zevat beyaz çayla ısıtmaktadır içini… O çay ki mücevher kutularına benzer özel ambalajlarda 20 gramı, 80 kaimeden satılmaktadır… Kilosu 4 bin kaimeye gelen mücevherattan içebilen kaç kulu vardır Reis’in” diyorlarmış orada burada…

GÖNLÜ GANİ ZENGİN AHALİ MEMLEKETİNİN İTİBARINA ÇOK DÜŞKÜNMÜŞ

Küfran denizine gark olmuş zulümkârlarda dedikodunun, yalanın, şekavet ve gıybetin bini paraymış… Hiç utanmadan “Memleketin bir ekonomik savaşta olduğunu söyleyerek kıçımızdaki donu bile isteyen haramiler, adını milletin evine çıkardıkları o kâşanede pataşur içerisinde Çerkez tavuğu, zencefilli somonlu suşi, tartalet içerisinde Antakya usulü humus, susamlı levrek simidi, Aydın usulü kuzu çöp şiş ile midelerini doldurmaktadır” demeye başlamışlar bu kez… Yetinmemiş alem padişahının chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie, liçi meyvesi eşliğinde efuli, starex meyvesi eşliğinde aloevera ile içini serinlettiğini yaymaya başlamışlar kulaktan kulağa…

Allahtan ki, kendi pür fakir, gönlü gani zengin ahali memleketinin itibarına çok düşkünmüş... O kâşanede yenen, içilen, yerlere serilip duvarlara asılan, urba kesilip heybe olarak sırta vurulan her şeyi milli gurur sayarmış… Bedhahların seslerine kimse kulak asmamış bu yüzden… Hazinenin gece açılıp yağmalandığı vesikalarıyla ortaya konsa da, çok şükür ki, inanan çıkmamış… Hamt olsun ki, ulu reis yol yapıp, çoktan köprü kurmuş gönüllere… Derler ki: “Bugün hâlâ onların kolu bir kavim yaşamaktadır dünyada… Herkesin muradına erdiği için, başına, durmadan elma büyüklüğünde taşlar düşen o kavim, sırf bu nedenle biraz gelgit akıllıdır…” Hangi kavimmiş mi mi bunlar? Bilinmez ki… Anlatılan fi tarihinde geçen bir masal sonuçta…

Meraklısına lugat: 

Evrak-ı metruke: Kalan evrak. Vakanüvis: Eskidenolayları not altına alan kişi. Taife-i ulema: Alimler tayfası. Tuğyan: Haddi aşma.  İşret: İçki. Ulviyet: Yücelik, yükseklik. Bedhah: Kötülük isteyenler. Hükmü zişan: Şanlı hüküm (Söz kalıbı tarafımca uydurulmuştur.) Küfran: Nankörlük. Şekavet: Kötü iş yapma. Kaşane: Köşk, saray. Yemek ve içki isimleri: Ben de bilmiyorum.