Geçen hafta Hipokrat Yeminlerini izledim genç doktorların. Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi genç doktorları zorlu bir eğitim sürecini aşıp mezun olmanın sevincini yakınları ile paylaştılar. Tıp Fakültesi Hastanesine yolu düşüp de herkesin aşina olduğu o hoca ve doktorlar eski öğrencilerine gururla “genç meslektaşlarım” derken tüylerim diken diken oldu. Birkaç sevgili arkadaşın önemli başarısı ve mezuniyetine ise özellikle sevindim ve bende gurur duydum. Zaman ne kadar çabuk akıyor.

 

Acil Tıp Hekimleri Derneği tarafından geleneksel olarak seçilen “Yılın İntörn Doktoru” ödülünün 2014 yılı sahibi olan Dr. Uğur İnam’a yani arkadaşımıza teşekkür belgesi verilirken duygulandım. Gurur duydum.

 

Sonra yıllar önce Filyos etkinliklerinde karikatür atölyeme gelmiş olan küçük bir çocuğun bugün genç bir doktor olmasını görmek bir sürpriz oldu benim için. Harikaydı. Zaten başarılarını sevgili arkadaşım karikatürist Fahri Eyican’la karşılaştığımızda duyuyordum.

    

Omuzdan omuza uzanan genç doktorların bilgi ve becerilerini iyilik için harcayacaklarını duyuran Hipokrat Yemini etkili bir ritüel bizler için. İnsan izlerken doğru bir amaca harcanacak emekler için şimdiden cesaretleniyor. Ne çok ihtiyacımız var.

 

Leonardo Yemini veya mesela Abidin Dino yemini olsun isterdim

 

Diğer alanlar tıpçılar kadar mesleğine sahip çıkmıyor mu dersiniz? Asker gibi yemin ettirilmek istemem ama alanımla ilgili aklımda mıh gibi çakılı kalacak bir yemin iyi olurdu. İş disiplinlerinin böyle çiğ bir bürokrasi anlayışında, yalanın bini bir para diplomat davranmanın geçerli olduğu ve torpilsiz yürümenin zor olduğu iş âleminde etik denen şey bi bakanın belirttiği gibi gerçekten sadece Ankara’da bir kuruldan mı ibaret? 

 

Sanatçılar için örneğin Leonardo Yemini veya mesela Abidin Dino yemini olsun isterdim. İktisatçılar için veya mühendisler için var mıdır bir yemin? Varsa da Hipokrat Yemini kadar bilinmiyor. İlahiyatçıların ise kime yemin edeceği zaten belli.

 

Yeminin kökeni

 

Yıllar önce bir yerde okumuştum. Sanat ile teknik arasında sınır olmadığı bir zamanmış antik çağ. Kökenleri aynıymış. O eski okumayı pekiştirmek için kolay yoldan yani Google çeviriden araştırdım ve doğruladım da… Sanat kelimesi ile teknik kelimesinin kökeni Yunancada benzeşiyor: 

Yunanca téchni̱ (sanat) yazılışı: τέχνη

Yunanca technikós (teknik) yazılışı τεχνικός

    

Niye Yunanca diye sormazsınız herhalde? Yok yok sorarsınız. Sorarız. Dil çekimi gibi oldu ama öyle, biz öyle sorular icat eden bi milletiz ve böyle sorular sorarız. Böylece asıl noktaları kaçırıp, aslı olmayan noktalarla geyik yaparız. Yine de şöyle bi soru bana da mantıklı geliyor. Niye Latince değil de Yunanca diye bir soru mantıklı olur. Latinlere daha az gıcığız, zaten ölü bi dil ya… Ona da baktım. Aslında Yunancadan önce ona bakmıştım. Neyse. Şöyle bi sonuç çıktı. Açıkçası Yunancada teknik kelimesinin kökeni aynı ama Latince de farklı:

Latince art (sanat)

Latince Vestibulum (teknik)

      

Bilim dili genelde Latincedir netice de ama batı düşüncesi uygarlık tarihini Yunan Mitolojileri ile başlatır özellikle. Bizim o mitolojilere gıcık olan yanımız da bundandır. Niye onların baz aldığı mitolojiyi benimsiyim? Benim mitolojim yok mu?

 

Böyle bir noktaya çakıldığımızda pekte varacağımız bi nokta yok. Aslında “batı düşüncesi” ile “evrensel bilgi, aydınlanma” arasındaki kökene bakmamız gerekir. Bu da kavramların köken bilimine girse gerek. “Evrensel bilgi, aydınlanma” sadece batılı insanı değil tüm insanlığı kapsar. Yani ırkçı bir tarafı yoktur. Ama ne zaman evrensel ve aydınlanma gibi kelimeler duysak solculuğa kayar aklımız. Bu yüzden ket vurulmuş bir akıl tutulması ile felsefe konuşamayız biz. O alandan geçen pek çok kavrama ön yargılarımız biriktiği için sıkılırız en başından.

     

Ne gam; carpe diem*? Sanat, zanaat ve teknik birbiri ile ilişki içinde yakın uğraşlarmış demek ki başlarda. Daha sonraları sanat sanatçılar tarafından başta estetik olmak üzere soyut alanlara yönelmiş. Zanaat iş çağrışımı yapan meslek kollarını temsil eden bir anlam yüklenmiş. Teknik kelimesi ise bilim dâhil birçok şeyi çağırıyor anlam olarak civarına. (*carpe diem: anın tadını çıkar, Ölü Ozanlar Derneği’nin ünlü repliği)

 

Felsefeyi, sanatı ve düşünceyi sürekli alaya alarak çok hata yapıyoruz. Kültürümüzü sahiplenmeyip, bir de onu anlamlandıracak damarları kurutuyoruz durmadan. Bakınız Zonguldak. Bknz kaybolan ve kültürel bir amaçla değerlendirilmeyen endüstriyel yapılar. Kendi kendimizle alay eden birçok saçmalık çıkartıp sığ bir akılla bizi gericiliğin kollarında aptallaştırmak isteyenlerin ekmeğine de bol bol yağ sürüyoruz. Ezik miyiz neyiz? Okumuyoruz, araştırmıyoruz ve sanatı sevmiyor, “entel-dantel muhabbetleri” diye küçümsüyoruz. Hırslı olanlarımızın o koca basen kasları ile eline pardon, basenine geçirdiği makamları terk etmeyen bi yapımız var, malum.  

 

Bir kabadayının çıkıp İhsan Oktay Anar’ın Galiz Kahraman’ı İdris Amil Hazretleri gibi “Hüüüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!” demesi bize nerede yaşadığımızı iyi hatırlatıyor hemen ve sus pus oluyoruz. Zaten genelde sus pusuz. Bence öyle durmayı da seviyoruz. Kimse konumunu rahatsız bir hale getirmek istemediği için üstlerine yanlış giden bir şeyler var deme cesaretini göstermiyor. Alan savunması yapıyoruz. O alan hattı müdafaa, kendi hattımız, çıkarımız! Oysa en çok yemin eden bir milletiz. Vallahi bak, yeminle diyom… Bi Hipokrat Yemini ettim ki, dönemem!