Teknoloji gelişiyor, buna koşut olara dünya da değişiyor, ama insanoğlunun dinmek bilmeyen aç gözlülükle yarattığı acı yerinde sayıyor ne hikmetse… En ilkel zamanlardan, sözüm ona günümüzün modern dünyasına kadar hiçbir dönemde zalimin kırbacı eksik olmadı mazlumların bedeninden… Öldüreni “katil” değil de “kahraman” ilan eden kültür, insanoğlunun binlerce yılda biriktirdiği değerlere inat hiç değişmedi…  Aynı zamanda bir bilge de olan Nazım’ın İkinci Dünya Savaşı’nın ateşten günleri için dizelere döktüğü sözler hiç abartısız bugünü de anlatıyor: “…Günler ağır / Günler ölüm haberleriyle geliyor / Düşman / haşin / zalim / ve kurnaz / Ölüyor insanlarımız çarpışarak / -halbuki nasıl hak etmişlerdi yaşamayı- ...”

 

Ölüm haberleri geliyor dört bir yanından ülkemin, cellâtlar, dört bir yanında kol geziyor… Çatışmalar, alçakça atılan pusular, sinsice kurulan tuzaklarla canlar alınıyor… Büyük bir vahşilikle yerinden yurdundan koparılan insanlar, misafir bile sayılmadığı ellerde düşüyor ölümün kucağına. Azgın denizlerin karanlık sularında boğulan ölü çocuk bedenleri, insanlığı kuruyan vicdanı olarak karaya vuruyor. Gönül gözünü büyük insanlığa hep açık tutan Nazım bu fotoğrafı yıllar önce görmüştü sanki… Belki de “…Şimdi çıplak ve merhametsiz bir çığlık oldu ümit…” sözcükleri yetmiş yıl öncesinden Suriyeli Aylan çocuk için dökülmüştü dizelere… “Ölüyor insanlarımız / - ne kadar çok- / sanki şarkılar / ve bayraklarla / bir bayram günü nümayişe çıkmışlardı / Öyle genç / ve fütursuz…”

 

TİRANLARIN TİMSAH GÖZYAŞLARI

Aylan Kürdi’ye bolca gözyaşları dökülüyor bugünlerde… Kameraların karşısına geçen dünyanın kudretli efendileri sanki katlinde payları yokmuş gibi salya sümük ağlıyor… O fotoğrafı görüp de yüreği sızlamayanın inanlığından şüphe etmek gerekiyor zaten. Ancak Suriye’deki iç savaşa kaostan yana müdahil olup ülkeyi barut fıçısına çeviren tiranların medyaya yansıyan içtenliksiz sözleri, döktükleri timsah gözyaşları inanın bende tiksinti yaratıyor…  Dün polis kurşunu ile can veren 14 yaşındaki bir delikanlının acıdan yüreği tutuşmuş annesini meydanlarda yuhalatan kalpsizin, bugün, Aylan bebek için sarf ettiği sözler samimiyetsizliğin resmi olarak insanlığın ortak hafızasına yazılıyor.

 

Kamuoyu duyarlılığına da inanmıyorum kesinlikle… Toplumsal duyarlılık, algı operasyonlarına, yapılan manipülasyonlara, kara propagandalara emanet çünkü bizim ülkede… Hem yalanla yatıp, yalanla kalkmaya alışmış kalabalıklar aldatılmışlığın kör memelerinde debelenip dururken hangi hakikatle, nasıl yüzleşecek ki? İçişleri Eski Bakanı İsmet Sezgin, kendi bakanlığı sırasında PKK’ye karşı Hizbullah’ı kolladıklarını, devletin kendisi yapamadığı bazı pis işleri Hizbullah’a yaptırdığını söyledi geçtiğimiz günlerde… Eski bakan,Devletin yapması gereken istihbaratı onlar yaptı bir yerde. Bir yerde de gerekli kişileri kışkırttı. Bir yerde de gerekli kişileri ortadan kaldırmanın yollarını aradı.”  şecaatini arz ettiği o röportajda kadim bir devlet geleneğini de deşifre ediyordu…

 

Başka ülkede söylense, inanın hem kamuoyu, hem de savcılar hemen o saatte harekete geçerdi mutlaka… Büyük kalabalıklar zaten sağır sultanın bile duyduğu gerçekleri bir de kendi ağzıyla itiraf eden bakanın yargılanması için sokakları doldururdu… Tık çıkmadı bizdeyse… Kamuoyunda olağan bile karşılandı hatta… Sormak hakkımız değil mi? “Geçerim karşıya dört füze atarım” madrabazlarının saray soytarılığı yaptığı ülkede art arda işlenen cinayetlerin, ölümüne patlatılan bombaların, alçakça kurulan tuzakların kaçına göz yumuldu acaba? Kaç tane “şerefli katil” dolaştırıldı ortalıkta? Devlet adına kaç cinayet işlenip, gerekli kişiler kışkırtıldı? İnfial yaratmak için öldürtülen üniformalı yoksulların ardından kaç tane timsah yalandan gözyaşı döktü?

 

İMGESEL YOLCULUĞUN SONUNDA BİR CİNOZOĞLU

Ölüm ve gözyaşı dedik de, bölgemiz “Eğer arza giden gözyaşları toplansaydı / Büyük Okyanus’tan büyük bir umman doğardıdiyen vicdanlı bir şairini kaybetti. Yaşamını Safranbolu’da sürdüren Hüseyin Avni Cinozoğlu’nu 60 gibi son derece erken bir yaşta yitirdik. Küçük yaşta kaybettiği küçük kızının yanına koştu, aceleciliği bundandı belki de… Sanatsal çalışmalarından yakından tanıyordum kendini, ZOKEV’in düzenlediği deneme yarışmasında birinci olmuştu. Osman Günay en yakın dostlarından biriydi. Hiç haberim olmadı, epey bir zamandır BEÜ Tıp Fakültesi’nde akciğer kanseri tedavisi görüyormuş meğer orada da yaşamını yitirmiş. Sosyal medya ile sıcak ilişkim olmadığı için kendisiyle ilgili gelişmeleri takip edemedim… Uzaklardan Hamit Kalyoncu da aramasa ölümünden bile haberdar olmayacaktım belki de…

 

Tüm yaşamını sanatsal kaygılara adamış gerçek bir sanat adamıydı Cinozoğlu… Ömrü yoksullukla geçtiği halde bir şair olarak yaşamını sürdürmeyi tercih etti, hukuk fakültesi mezunu bir avukattı oysa… Edebiyatın pek çok dalında ürün verse de yürek ağrısı hep şiir oldu… Mülayim bir kişiliğe sahipti ama sanatsal tartışmalarda çok hırçındı; kutsal kelam saydığı şiir her şeyden azizdi çünkü onun dünyasında… Saygısızlık yapanlara zaten affı yoktu da, şiire yan bakanın bile vay halineydi… Bir şiirinde, “Beni ayartan bir gölge istemem dünyada / Dünya benim gurbetim / Kar yağarken yıkayın bedenimi / Hayallerim kalsın musallada” diyordu… İçindeki gurbete son verdi Cinozoğlu ve biriciğinin, kızının yanındaki sılaya koştu.  Hayalleriyse kitaplarının, basılmaya hazır dosyalarının arasında şimdi… İmgelerin peşinden koşan adam, şiirini okuyan bol olsun…