Ülke dümeni kırık bir gemi gibi kendini akıntıya bırakmış, seçime gidiyor. 1 Kasım’a 25 günden az bir zaman kaldı. Vatandaşta zaten heyecan yok da, seçim atmosferinin bir türlü oluşmamasından da anlaşılıyor ki, siyasi partiler de oyundan sıkıldı iyice… Kamuoyu yoklamaları da değişen bir şeyin olmayacağını söylüyor… Saray entrikaları dışında vatandaşın tercihinin değişmesi için bir neden de yok zaten… Sonun başlangıcındaki AKP tüm çırpınışlarına karşın tek başına iktidara gelecek oya ulaşamıyor bir türlü. Onlarca yıldır vatandaşlarla sahici ilişki geliştirme konusunda sıkıntı yaşayan CHP, onca çabasına karşın, sorunu aşamıyor. Sandıkta bir kısır döngüyü yaşayan Türkiye, erki elinden bırakmak istemeyen AKP elebaşlarının hırsları yüzünden, önüne yeni bir seçenek koyamıyor…
Büyük bir endişeyle seyrediyoruz ki, 7 Haziran’dan bu yana cehenneme döndü hayatımız… İzlenen yanlış politikalarla zaten Ortadoğu batağına saplanmış olan Türkiye, “Karşıya dört adam gönderir, beş füze yollarım” madrabazları yüzünden dünyanın en güvenliksiz ülkelerinden bir haline geldi. Küresel efendilerin sinsi politikalarla istikrarsızlaştırdığı Suriye, insani açıdan ciddi bir küresel tehdit oluştururken, ortaya çıkan krizde en büyük fatura Türkiye’ye kesildi. Bu yetmezmiş gibi Güneydoğu’da yeniden hortlatılan kirli savaş, tüm insani ve etik değerlerimizi ayaklar altına alarak tırmandırıldıkça tırmandırıldı. Seçimlerden önce “İktidarı vermemek için gerekirse iç savaş çıkaracaklar” diyenleri doğrularcasına, topyekûn memleket, bir ölü evine döndürüldü.
ZONGULDAK DİBİN DE DİBİNE VURDU
Ekonomide bir büyük krizin habercisi olarak yaşanan küçük krizlerin boyutu büyüdüğü gibi, periyodu da sıklaşmaya başladı… İşsizlik ve yoksullaşama her geçen gün daha da arttı. Yoksulu daha yoksul, varsılı daha varsıl yapan insafsız politikalar, emekçilerin sofrasına gelen ekmeği her geçen gün daha da küçülttü… İflasların, protestolu çeklerin, tahsil edilemeyen senetlerin, icra dairelerindeki dosyaların sayısı akıl almaz hızla artarken pek çok vatandaş kredi kartlarına, bankalara olan borcu nedeniyle bambaşka bir cehennemi yaşamaya başladı. Oraya çıkan bezirgân ekonomisi sürdürülebilir olmayan bir borç döngüsü üzerinde yürürken, IMF’ye borcunu tüketmekle övünen ülkenin dış borcu telaffuz edilmesi bile zor rakamlara ulaştı.
Bu politikalardan en çok etkilenen Zonguldak’sa sosyal, kültürel, ekonomik ve kentsel açıdan dibin de dibine vurmak için hiç bitmeyen bir koşu yapıyor. Tüm değerlerini kaybederek kimliksizleşen kent, şuursuz bir şekilde ortalıkta kalakalırken, onlarca yıldır umut veren tek bir gelişme yaşanmadığı halde, gerçekleşmeyeceği çok açık vaatlerle avunuyor. İşin garip tarafı da şu ki, insanlar, yalan olduğunu çok iyi bildiği politikaları büyük bir hararetle destekliyor. Güce ve paraya tapan kalem cüceleri, kenti soluksuz bırakan politikaların mimarlarını göklere çıkaran yazılar kaleme alıyor gazetelerde. Yazdığını ertesi gün unutup kırık dökük bir Türkçe ile kente ağıtlar yakıyor daha sonra… Şikâyet ettiği tablonun sorumlusunun yağlamaktan usanmadığı siyaset esnafı olduğunu çok iyi biliyor oysa…
YAŞANAN BÜYÜK İNSANİ KRİZ
On iki yıldır muhafazakâr iklimi yaşayan Türkiye, aynı zamanda büyük bir insani kriz de yaşıyor. Toplumsal hayattan, devlet yapısına; ekonomiden, kültür yaşamına, aile ilişkilerinden, eğitime her yana egemen olan muhafazakâr kültür insan kalitesini tümden aşağılara çekiyor. Ensest, hırsızlık, yolsuzluk, cinsel istismar, rüşvet, irtikap gibi yüz kızartıcı suçların sayısı hiç hız kesmeden varlığını sürdürdü son on iki yılda da. İnsanı insanın kurdu sayan anlayışlar derinleştikçe, toplumsal dayanışma duygusu azaldı, kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin birbirine madik atmaya çalıştığı ahlaksızlık, bir toplumsal form haline dönüştü. Adalete olan inanç hızla azalırken, bencillik denen kişilik bozukluğu tavan yaptı…
1 Kasım’a doğru ayak sürüyerek giderken ülke gibi benim de tadım yok ne yazık ki. İnsani kırılmayı hallerimizin en çirkin yüzü olarak anlatmaya çalışırken, ömrünü insanlık değerlerine sahip çıkıp güzellik duygusunu çoğaltmaya, herkesin kardeşçe, emekçilerin insanca yaşaması mücadelesine adayan Sennur Sezer’in hayatını kaybettiği haberi düştü bilgisayarımın ekranına… 12 Eylül’ün en karanlık zamanlarında umudumu çoğaltan bir düş körükçüsü olarak buldum onu… Kentin kültür anıtı Mehmet Yılmaz’ın düzenlediği imza günlerinden birinde de şahsen tanıma onuruna eriştim. Çok koyu bir sohbeti paylaştık o gün onunla… Sennur Sezer’le beraber insan yanımızdan bir parça daha eksildi, çok daha azız şimdi… Bir şiirinde, “Evet ozanım / Çocuklarımdır / Bütün çocukları / Dünyanın” demişti. Onu dünyanın tüm çocuklarının gülüşleriyle uğurluyorum, bir de Aylan bebeğin hüznüyle…