Manga Carta’dan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine (10 Aralık 1948) kadar süre ve günümüze kadar olan süreçte, İnsan Hak ve Özgürlükleri konusunda, ilginç mücadele ve gelişmeler yaşandı.
İnsanlık, maddi ve manevi birçok zarara rağmen, bu konudaki mücadelesine rağmen mesafe kat etmiş ama hedefe varamamıştır.
Hele Ülkemiz, ekonomide ki büyüme oranı, bölgede ki aktör gücüne rağmen, hak ve özgürlükler açısından, eleştirilmekte, mahkemelerce cezalara çarptırılmaktadır.
İnsan Hak ve Özgürlüklerini en az’a indirgemek için oluşturulan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı (2004), 84 İl 892 ilçe’de örgütlenip, kurullarına aldığı 17 - 18 bin kişiyle, adeta İnsan Hakları Ordusu oluşturmayı başardı.
Ancak; İyi teçhizatlandırılacak bu sayıda ki bir ordu, insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde çok önemli bir potansiyele sahip olabilecek iken, maalesef, beklenen etkili çalışmayı yapamadı.
Meselâ: 2010 yılında, bu kurullara 5908 kişi çeşitli yollarla, başta sağlık ve hasta hakkı, adil yargılanma hakkı, çalışma ve sözleşme hakkı olmak üzere 5894 hak konusunda başvurdu ve çözüm aradı.
Zonguldak ise 18 başvuru ile bu sayı içinde yer aldı.(2011- 6, 2012- 19, 2013 -17 başvuru)
En fazla hak ihlali yapılan iller (İstanbul, İzmir, Ankara, Ağrı, Adıyaman, Konya, Bursa, Antalya, Muğla, Sakarya) arasında olmamasına rağmen Zonguldak, gerçekten de İnsan hak ve ihlallerinin en fazla yaşandığı iller arasındadır.
Demokrasinin; İnsan Hak ve Özgürlükleri temeli üzerinde yükseldiği ülkeler de, hapishaneler bu kadar dolu değildir. Sokaklarında dilenciler yoktur. Yaşlı insanları yoksulluk çekmez. Vergiler ezici değildir. Trafik canavarı, yollarında kol gezmez. Soba ve kalorifer kazanlarında mostra(siyah toprak) yakılmaz. İnsanları ısınırken karbon monoksit gazı solunmaz, çocukları kanalizasyon sularında oynamaz. Vs…
Bu açıdan bakıldığında, Zonguldak’ta ki İnsan Hakları İl Kuruluna yapılan başvuruların yok denecek kadar az olduğu kanaatindeyim.
Bunu, insanlarımız da İnsan hakları bilincinin oluşmamasına ve ‘nasıl olsa bir şey çıkmaz’ şartlanmasına bağlıyorum.
Vilâyet, Üniversite, Hastane, Adliye, Belediye gibi kurumların salonlarına konan Ulaşım kutularından başvuru çıkmamasının nedeni de budur. Başlanan işlerin yarım bırakılması, yapılanların tanıtılmaması, en büyük etkendir.
Meselâ;
İntiharları önleme kurulu, Sözde Ermeni İddialarına cevap kurulu, Kaçak kömürü önleme kurulu gibi oluşumlar, reklâmlı açılışlar ve ilk toplantılar sonrası kaybolup gittiler(!).
İnsan Hakları İl Kurulları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM), Türkiye aleyhinde açılan davalar, aldığımız cezalar akabinde kurulmuş. Kuruluş sonrası, AİHM’de Türkiye aleyhinde ki başvuru ve cezalarda gözle görülür azalma olmuştur.
Buna rağmen Türkiye, bu gün İnsan Hakları İhlalleri açısından, Rusya ardından, sıralamada ikinci ülkedir.
İşte Rakamlar…
Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin AİHM’ ne başvuru ve sonuçları karşılaştırılmış. Türkiye’nin bireysel başvuru haklarını kabul ettiği 1987 yılından bu yana, 1939 dava sonuçlanmış. 1676’sında, en azından bir madde ihlali ile Türkiye’nin aleyhinde karar çıkmış.
Faşist Franko rejiminden kurtulduktan sonra, Avrupa Konseyi’ne üye olan İspanya için, 61 dava karara bağlanmış, 39’un da İspanya mahkûm olmuş.
Düşünün…Franko’nun İspanyasını, Demokratik Türkiye’yi!..
Türkiye bu gün, Ekonomik yapısı, İnternet kullanıcı sayısı, genç nüfus artışı ile Kalkınmakta olan Ülkeler arasında gösterilmektedir.
Ancak; İşsizlik, Üniversite mezunlarının boşta olması, yoksulluk ve yolsuzluk gürültüleri, yaşlı ve emeklilerin ekonomik darboğazda oluşları, etnik sesler ve insan hakları konuları ile, tartışmaların odağında yer almaktadır.
Atatürk’ün işaret ettiği Çağdaş Medeniyet Seviyesi’ni yakalamanın en basit yolu, bu sorunlardan kurtulmaktır.
Kurul’un Zonguldak’ta başarılı mesafe alması için ‘elzem’ olan işler vardır.
Evvel emir de Zonguldak merkez de, kurul’un rekabet edeceği bir başka İnsan hakları örgütü yoktur.
İnsan Hakları Kurullarında görev yapan ( Türkiye de 93, Zonguldak’ta 3 işin uzmanı) ‘danışma ve başvuru masası görevlisi’ yoktur.
Kurul’un kendisine özel, bir toplantı odası (büro) yoktur. Başvuru yapacak üç kişinin oturtulup dinleneceği, kurul üyesi ve misafirlerin oturup, konuşup - tartışabileceği, doküman ve araçların bulunacağı bir oda yoktur.
Hal bu ki; İnsan Hakları Kurullarının müstakil bürolara sahip olması, kurulların belirli bir kurumsal kimlik kazanması, vatandaşla daha rahat ortamda, belirli bir güven ilişkisi içinde, daha etkin, samimi bir ilişki kurabilmesi ve kurul işlerinin daha çabuk görülmesi için oldukça önemlidir.
Vilayet içinde ki Kriz masası toplantı salonu yanında, iki sandalyeli diğer kurullarla ortak kullanıma açık, bilgisayarlı oda, işe yaramamaktadır.
Ankara da Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının Özerkleştirilme çalışmaları yapılıp, 6332 sayılı yasa’ya dayandırılarak, 75 yeni kadro tahsis edilerek, idari ve mali bağımsızlığa sahip Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na dönüştürülmesi (21.06.2012) güzel bir gelişme.
Ancak; Zonguldak’ta maalesef binlerce insan, kurul’un varlığından habersizdir.
Yüzlerce insan, uğradıkları ihlâllere çözüm aramak için, İnsan Hakları Kurulu yerine, Belediye, Siyasi Parti Kapıları, dernek binalarına başvurmaktadır.
Sonucunda çoğunlukla çözümsüzlük ve moralsizlik içinde, sorunlarına medeni değil, bedeni (içki, kavga, intihar vs.) çözümler aramak zorunda kalmaktadırlar.
Yapılanları elbet de yok saymak, geçen zamanı boş farz etmek gibi bir lüksümüz yok.
Ancak, geleceği kontrol, İnsan Haklarını güvence altına alabilmek için, istikrarlı kurumların oluşturulmasını sağlamak, başta Zonguldak’ta ki 20 kurul üyesinin görevi olmalıdır.
Yoksa adet yerini bulsun cinsinden yapılan toplantı ve atılan imzalar ve kutlama törenleri, kurulumuzu, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından ‘vazgeçilmeyecek bir unsur’ haline getirmeyecektir.
Bu kurul, giderek toplum içindeki yerini sağlamlaştıramazsa, başta da belirttiğim üç kurul gibi yok olmazsa da ‘işe yaramaz’ bakışına mecbur olacaktır.
Kurulların kamuoyu tarafından tanınırlığı ve sorun çözme kapasitesi arttıkça, insanların ‘insan hakları bilgisi’ ve ‘hak arama bilinci’ geliştikçe, başvuru sayılarının şimdiki sayıların çok üzerinde olması kaçınılmazdır.
Türkiye’nin 21. Yüzyıl da dışarı da söz sahibi, içerde toplumsal huzur’u yakalayabilmesi İnsani gelişmişlik yarışında 78. sıradan kurtulabilmesi için, İnsan Hak ve Özgürlükleri konusunda, sınıfta kalmaması gerekmektedir.
Bu konuda geçen zaman, kesinlikle İSRAFTIR.