Bambaşka bir yazı kurmuştum kafamda… 2017’den beklentilerimi anlatacaktım… Son zamandaki karamsar ruh halimden çıkıp, daha iyimser sözler sarf edecektim sözüm ona… İçine düştüğümüz dipsiz çukurun artık sonuna geldiğimizi belirterek, “Şimdi ayağımızın üstüne dikilip, kafamızın üstünde bir kibrit ateşi gibi görünen kuyunun ucundaki ışığı büyütmenin zamanı” falan diyecektim... Saflık işte… Bizim gariban evin güngörmüş masasında, ablam ve ağabeyimlerle kurduğumuz kardeş sofrasında karşıladık 2017’yi… Yeni yılda tüm dünyanın bir kardeş evi olmasını diliyorduk hepimiz. O umutla bal şerbet bir sohbeti paylaşırken, gelen haber, şu lanet olası coğrafyada bize gülmenin, ümit etmenin, yarın düşü kurmanın nasıl da haram olduğunu anımsattı bir kez daha…
 
Geçen son dakika anonslarına göre İstanbul’da, bir gece kulübünde yılbaşı kutlaması yapan insanların üzerine ateş açılmıştı. Ölü yaralı sayısı konusunda bir bilgi yoktu henüz. Ancak olay yerinden televizyon ekranlarına ulaşan ilk görüntüler yeni bir katliamla karşı karşıya olduğumuzu anlatmaya yetip de artıyordu. Nitekim öyle de oldu. Sabahın ilk ışıklarına doğru ölü sayısı 39 olarak açıklandı yetkilirce... Kardeş sofrasında büyük bir iştahla yediklerimiz zehir zıkkımdı artık…  Devletimiz ezbere bildiğimiz eylem planını, sıralamasını hiç şaşırmadan uygulamaya koydu… Sosyal medya yavaşladı önce, ardından da yayın kısıtlaması geldi… Açıklamalar geldi peş peşe… “Kahredeceğiz…” “İnlerine gireceğiz…” “Kaynağını kurutacağız…” “Bu son çırpınışları olacak…”
 
AYDINLARI “ENTEL-DANTEL” DİYE KÜÇÜMSEMEYEN BAŞKA TOPLUM VAR MI?
Yazmanın bir anlamı kalmadı aslında, karşımızda bir kara vicdanlılar ordusu var çünkü…  Üç internet geyiği, beş ezber kelime ile dünyanın tüm bilgisine ulaştığını zannedip, kötülükler toplumuna kayıtsız şartsız biat eden kalabalıklara hiçbir şeyi anlatmanın imkânı da yok zaten… Bilmek hiçbir şey ifade etmediği gibi, rahatlıkla suç sayılabiliyor bu toplumda… Hiç merak ettiniz mi, evrenin gizini aralayıp gerçeğe ulaşmak için bilginin peşinde ömür tüketen insanları, “entel-dantel” diye küçümsemeyen bizden başka bir toplum daha var mı dünyada? Her şeyi, herkesten çok biliyor zannedildiği için omuzlarda taşınıp, eli eteği öpülen alim müsveddelerinin, ilkokul dördüncü sınıf çocuğunun imla bilgisinden yoksun olması neyi anlatıyor sizce? Neyi anlattığının tek yanıtı var: Toplumsal sığlık…
 
Sığ bir toplumda soru sormak da tehlikeli bir eylem olarak görülüyor doğal olarak… Kafasındaki soruların cevaplarının peşinde koşarken, yeni sorular üreten insanlar makbul sayılmıyor… Bu da en çok iktidarın işine geliyor… Bu sayede, “Siyasi sorumluluk”  denen kavram hiç girmiyor örneğin yaşamımıza…  İnsanların mal ve can güvenliğini korumak görevleri değilmiş gibi, eylem yapan örgütün ismini söyleyen yetkili, bir anda sorumluluktan arınıyor. Anımsatanlaraysa, havuz medyasının başın çektiği goygoycu ordusu en üst perdeden vurmaya başlıyor: “Eylemi PKK yapıyor, falanca hükümeti suçladı…” “Bombayı DAEŞ patlattı, feşmekan Erdoğan’ı suçluyor…” Bununla da yetinilmiyor, güvenlik politikalarını eleştirenler, anında vatan haini ilan ediliyor…
 
VAR MI YANITI OLAN BİR BABAYİĞİT
Gerçekten sormak gerekmiyor mu sizce de? Neredeyse haftada bir yaşanan katliamlarda hükümetin hiçbir sorumluluğu yoksa, 70’lerdeki yağ, tüp, sigara kuyruklarından Demirel’le, Ecevit neden sorumlu tutuldu yıllarca? Ne günahı vardı garibanların? AKP elebaşları, hâlâ neden, propagandasını yapıyor meydanlarda? “Petrol vardı da biz mi içtik” diyen Demirel haklıymış o zaman… Tüpleri Ecevit mi “Saklayın” dedi karaborsacılara? “Yağları istif edin” talimatı başbakanlıktan mı gitti? Elbette ne Demirel petrolü içti, ne de Ecevit, yağı, tüpü saklayın talimatı verdi birilerine… Etkin denetim yapmadıkları, doğru ekonomik politika oluşturmadıkları için, siyasi sorumlulukları vardı, bedelini de ödedi her ikisi de… Sonuç net o halde: Kim yaparsa yapsın, katliamlarda Erdoğan dahil tüm AKP’lilerin siyasi sorumlulukları vardır, siyaseten bedelini de ödemek zorundadırlar.
 
Soru sormaya başladık ya şu “dış güçler” masalıyla devam edelim o halde... Batı’nın, terörle mücadelede konusunda, Türkiye’yi yalnız bıraktığını iddia ediliyor durmadan… Doğrusunu söylemek gerekirse, bunda gerçeklik payı var bence de, batı ikiyüzlü çünkü… Ama uygulanan yanlış politikalarla elimizin çok zayıf olduğu neden görülmüyor… FETÖ ile mücadele ediyorum diye, ömrü FETÖ karanlığıyla savaşmakla geçmiş, bu hain örgütü bedel ödeme pahasına deşifre etmiş Ahmet Şık’ın “FETÖ propagandası” yapmaktan tutuklu olduğu bir ülke, FETÖ ile mücadeledeki samimiyetini nasıl anlatacak dış dünyaya? Kan içici caniler ellerini kollarını sallaya sallaya ülkenin bir ucundan diğerine gelip, rahtça katliam yaparken, işi gücü gazeteci tutuklamak olan bir siyasi iradeyi kim dikkate alacak? Var mı yanıtı olan bir babayiğit… Yalana ve ifrata kaçmadan ama…