Çocukluğumun düş mekânlarından biriydi Karakum... Müftülük’teki Gazi Mustafa Kemal İlkokulunda okudum. İkinci sınıfa başladığımız yıl, Soğuksu’dan Meşrutiyet Mahallesi’ne taşındık... Servisten vaz geçtim doğru düzgün belediye otobüsünün bile bulunmadığı o yıllarda, bin türlü zorlukla gidip geliyordum Site’ye… Okul tam gün eğitim yapıyordu… Öğle aralarındaki bir buçukluk saatlik tatilde, yakın olanlarevlerine giderken, az sayıda öğrenciyle birlikte okulda kalıyordum bense… Koca okulun bahçesi adeta bize tahsisliydi o saatlerde… Tüm zamanı oyuna harcar, yine de doyamazdık…
 
Havalar bir parça ısındı mı tek tük evin bulunduğu yamaçtaki patika yollardan geçip Karakum’a inerdik… Sahil yolunun, dahaproje aşamasında olduğu o yıllarda, şimdiki terminalin bulunduğu yer futbol sahasıydı… Her saat dolu olan sahada oynamamız mümkün değildi… Dal gibi çocuklardık daha, sıra bekleyen diğer çocuklarla her an patlak vermesi mümkün kavgayı göze almamız mümkün değildi bu yüzden… Biz de sahile geçer, korka korka denize girerdik… Denize gittiğimizin farkına varıldığında, hem okulda hem de evde koca bir azar beklerdi çünkü…
 
KENTİN SİLUETİNİ DE BOZACAK
Kızlar Plajına ormanları yara yara ulaşır, hiç yüzme bilmediğimiz halde, akşama kadar sudan çıkmazdık… Kimi yerlerde hâlâ da yapılıyor, balıkçılar, plajın burnunda ki kayalıklardan dinamit atar, su üstüne çıkan yüzlerce balığı toplardı… Şenliğe biz de katılır, sahile vuran yarı ölü balıkları toplar, kumun üstünde biriktirirdik… İzin almayı becerip, topladığımız balığınbir bölümünü eve getiren arkadaşımız da olurdu… Şimdiki nesle anlatmak güç ama plastiğin tedavüle yeni girmeye başladığı o yıllarda, poşet diye bir şey olmadığı için, balıkları taşıyacak kap bulmak bile epey müşkül işti epeyce…
 
Uğur Mumcu kavşağından başlayıp Kozlu girişine kadar uzanan sahil yolu giderek bir bulvar görünümü kazandığı için bunların birçoğunu yapmak mümkün değil artık… Kentsel tüm düzenlemeler, şehircilikilkelerine aykırı olarak, insanlarla denizin bağlantısını koparmak için yapılıyor orada… Zonguldak’tan Kozlu’ya doğru yürürken denizle aranıza giren Kardemir surları ile limanın koruma duvarına Zonguldak’ın en büyük camisi eklenecek yakında… 48 metre uzunluğu ve 73 metrelik minaresiyle tanrısal bir azametle bakacak kadim şehre… Bozduğu kent siluet deikramiyesi olacak…
 
PEYZAJ MİMARI DOĞA DERSİNDEN KAÇMIŞ GALİBA
Bu bloğun devamında yapılacak Manolya Park’la soluk alacağınızı umuyorsanız, yanılıyorsunuz… Park için şu anda dikilmeye devam eden duvarın epey bölümü yoldan bir buçuk metre kadar yüksekte kalıyor çünkü… Günbatımı terası yapılıyormuş orada, tribün şeklinde tasarlananterasta yüzlerce insan oturup denizi izleyebilecekmiş… Yoldan geçenlereyse “Denizi seyretmek istiyorsan, bir parça zahmet et de,  parmak uçlarına basarak yürü” diyecekler herhalde…  Projeyi çizen peyzaj mimarı, yapacağı tasarımının, doğal dokuyauygun çözümler bulması gerektiğini anlatan dersten kaçmış galiba…
 
Dileyen doğa, dileyen tanrı desin, yaratan, her şeyin en güzelini vermiş bu kente… Denizi, fiyortları, altın kumlu sahilleri, gönül çelen yeşil dokusu, koyları ile bir cenneti teslim etmiş… Bizse kaderini elinde tutan iş bilmezlere birlikte tarumar ediyoruz her şeyi… Geleceğe bir şey kalmasın diye dehırsla saldırıyor yıkıp, yok ediyoruz… Yetmiyor, insanlara soluklanmayı haram kılmak için gecemizi gündüzümüze katıyoruz… Hoş onların da gıkı çıkmıyor ya… Körlerin sağırları ağırladığı garabetle sahile adım adım tüneller kuruyoruz birlikte… Sonra da “Ah Zonguldak” diye ağlıyoruz… İşin tek matrak yanı de bu bence…