“Şöyle tanımlıyordu şiiri Dağlarca: Bir sözcüğün kapladığı yer küçük, anlattığı ondan büyükse, o şiirdir. Örneğin “Bir ben vardır bende benden içeri” dizesi küçük bir yer kaplar ama anlamı kitaplar doldurabilir. Bu şiirdir. Bir de “Yağız atlar kişnedi meşin kırbaç şakladı”ya bakalım. Kapladığı yer büyüktür ya, içindeki incir çekirdeği bile değildir. Bu düzyazıdır.”(Ertan Mısırlı- Dağlarca Günlüğü-Kaynak Yay.Şubat-2014)
*****
BİR MOLLA KASIM GELİR
Bu konuda edebiyatımızda aklımıza geliveren ilk örnek Yunus Emre’dir. Daha çok Molla Kasım ve Yunus Emre hakkında yüzyıllardan beri söylenegelen rivayet. Yunus Emre ve Molla Kasım hakkındaki rivayeti, üniversitede Eski Türk Edebiyatı dersimize giren Prof. Dr.Hasibe Mazıoğlu anlatmıştı.
Rivayet edilmiştir ki, Yunus Emre’den çok yıllar sonra yaşamış Molla Kasım isminde bir şeriat bilgini softa kendisine verilen Yunus Emre şiirlerini almış eline, Sakarya ırmağı kenarında oturup okumaya başlamış. İlk bin şiiri okuyunca Yunus Emre’nin “şathiye”lerindeki (Tanrıyla konuşur, şakalaşır gibi yazılan tasavvufi anlamdaki şiirler) derinliği anlamayıp onun dinen küfürde bulunduğunu düşünerek, "Bunlar şeriata uygun değil" deyip binini de dereye atmış. İkinci bin şiiri de okumuş ve yine "bunlar da şeriata uygun değil" deyip bu şiirleri de yakmış, dumanları bulutlara yükselmiş. Bilmiyor ki bu şiirlerden başka bir örnek daha yoktur, tek nüshadır. Üçüncü bin şiire başlayınca;
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir
(Sîgaya çekmek: sorgulamak, hesaba çekmek anlamına gelir) Son satıra kadar şiiri kaşları çatık vaziyette "tövbe çekerek!" okuyan Molla Kasım, bu son beyiti okuyunca şaşkınlıktan donakalır, kağıt elinden düşer. Çünkü adı geçen “Molla Kasım” kendisidir.
Molla Kasım, “Yok bu şiir dine aykırı, yok bu şeriata aykırı, bu haram” diyerek bir kısmını yakmış, bir kısmını dereye atmış, sulara kapılan şiirler akıp gitmiştir. Son beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yunus'un ermişlerden olduğunu anlar. Fakat ne çare ki elde bin şiir kalmıştır. Yunus'un o yakılan bin şiirini gökte kuşlar ve melekler, ırmağa/denize giden bin tanesini balıklar, kalan bin şiirini de insanlar okumaktaymışlar.
*****
ÖMER HAYYAM ADINI DUYDUNUZ MU?
İkinci örnek de Türkçe’mizin dünya çapında en büyük ozanı Nazım Hikmet’ten olsun. Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’ndeki günlerinde koğuş arkadaşlarını okumaya ve yazmaya yönlendirmektedir. Aynı zamanda da cezaevi yönetimine de yardımcı olmaktadır.
Bir gün cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Uzun süren denetimlerden sonra müdüre, ”Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?” der. Cezaevi müdürü haber gönderir ve Nazım’ı odaya getirirler. Koltuğa iyice yayılan müfettiş kibirli bir eda ile yukarıdan bakarak Nazım’ı iyice süzer, “Demek Nazım sizsiniz” der, fakat oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşmadan sonra ise gidebileceğini söyler. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe hitaben:
Nazım: Ömer Hayyam adını duydunuz mu?
Müfettiş: Kim duymaz Hayyam’ı?
Nazım: Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? diye sorar, yanıt alamayınca devam eder.
“Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak.”Müfettiş yaptığı yanlışı anlar, Nazım'ı geri çağırır ama Nazım, koğuşunun yolunu tutmuştur. (
*****
ŞAİR OLMAK KOLAY DEĞİLDİR
Her şiir yazan kişi şair midir? Yazdıklarını şiir olarak görüp, değerlendirip, “Ben şairim” deyince insan “şair” oluyor mu? Üçüncü örneğimiz de bu konu üzerine genç şairlerden Ayhan Bozkurt’un ünlü şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca ile yaşadığı çok ilginç anısıdır.
Ayhan Bozkurt anlatıyor: “Kadıköy’deyim. Kendi yazdığım bazı dizeleri okuyorum. Karşımda bir başka şair arkadaşım, aynı zamanda yayıncım oturuyor. İlk kitabım çıkacak ödül almışım. “Artık şairliğim tescilli olacak.”
Bu sırada oturduğumuz yerin hemen önünden “biri” geçiyordu. Arkadaşım, “Şansa bak, Dağlarca geçiyor” dedi. Masadan kalkıp yanına koştum. Koluna girip, “Hocam merhabalar, nasılsınız?” diye sordum. Kalın gözlük camının arasından bana sertçe baktı. Elindeki bastonun yardımıyla beni biraz itti.
“Kimsin sen?” diye sordu sert bir ifadeyle. “Şairim.” dedim. Olanlar oldu…
Bastonunu kaldırdığı gibi kafama geçirdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Ardından bastonla rastgele vurmaya başladı. “Hocam, özür dilerim, ben…” diyecek oldum. O durmadan vuruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime”. Pişmandım, farkına varmıştım ama iş işten geçmişti. Dağlarca vurmaya devam ediyordu hem de nereme denk gelirse; “Şair olmak kolay değildir. İyi şiir yazmakla şair olunmaz!”
Çevreden insanlar girdi araya, kurtardılar beni bastonun darbelerinden. Sonra o bağıra çağıra yoluna devam etti. Arkasından öylece bakakaldım.” (-Listelist -)
*****
ŞİİRİ AÇIKLAMAK
Kategori: Söz Dağlarca’dan açılmışken devam edelim. Dağlarca’nın yeğeni ortaokulda okumaktadır. Türkçe öğretmeni öğrencilere bir ödev verir: Sevdikleri bir şairin şiirini açıklayacaklardır. Annesi dayı Dağlarca’yı çok ricalar ederek güçlükle razı eder. Dağlarca da bir gün kardeşinin evine gider ve yeğeni ile şiir açıklama ödevini yaparlar.
Öğretmen verdiği ödevleri toplar, bir haftada okuduktan sonra sınıfa gelir, dağıtır. Dağlarca’nın yeğeninin notu 4.5’tan 5 gibidir. Öğretmen dersten sonra öğrenciyi çağırır ve “o şiirin öyle açıklanamayacağını, bu nedenle beğenmediğini” söyler. Çocuk çok şaşırmıştır. Öğretmene, “Bu şairin kendi açıklamasıdır” da diyemez. Belki de sınıfta, şairin şiirini açıkladığı tek örnek kendi ödevidir, ama öğretmen beğenmemiştir. Çocuk, öğretmenin tutumunu annesine anlatır. Ancak durumu Dağlarca’ya asla söyleyemezler. (Dağlarca Günlüğü yazarı şair Ertan Mısırlı’nın onayı ile)
Kimi şair, şiirlerinde kendini kolay ele vermez, anlam kapalıdır. Bir kelimenin bir çok anlamlar yüklendiği görülür. O nedenle şiiri açıklayabilmek-yorumlamak zor iştir. Şiirde kelimeler gerçek anlamlarından soyutlanabilir. Hiç unutmayalım ki yaptığımız yorum, kendi düşünce ve duygularımızı yansıtacaktır. Şiire, bir suç yükleme, şairlerin düş gücünü yok etmek anlamına gelir. Çünkü şiir yasaya, kurala, kanunlara, geleneklere bağlı kalmaz.(Siyahlı cümleler Mustafa Köz’den alınmıştır)
Dağlarca bu konuda şöyle diyor: “Bir dil, bir yaşama bütünüdür. Bir dilin bütün sözleri aralarındaki anlam çağrışımlarıyla birbirlerini yaşatırlar, kişiyi yaşatırlar.”Bilinir ki bir ülkenin şair, yazar, sanatçı ve aydın kişileri o ülkenin aydınlığı ve zenginliğidir. Mevkiler, makamlar, kanunlar ve buralardan edinilen güçler gelip geçicidir. Ama bir ülkenin kültürel mirası kalıcıdır, yüzyıllarca sürer.