Sevgili ağabeyim Ekrem Murat Zaman’ın Zonguldak üzerine konuşurken kullanmayı çok sevdiği tanımlardan biridir “şantiye kent” sözcüğü. Öyle gerçekten, hüzünlü kentimiz, 19. yüzyılın ortalarında, maden amelesinin barınması için yapılan teneke mahallelerden ibaret, şantiye irisi bir yerleşke olarak kuruldu ve 150 yıllık süreçte de bundan hiç kurtulamadı ne yazık ki. Her yerde ayağımıza dolanan iğretilik, her milimetrekarede duyumsadığımız olmamışlık duygusu bu yüzden en çok da. Bu kültür içselleşerek, kimliğimize nakşoldu daha sonra. Şaşma duygumuzu, itirazlarımızı bunca yitirmemiz; yollardan sair altyapıya, parklardan mabetlere, okullardan hastanelere kadar her şeyin kötünün de ötesinde olmasını bu denli içimize sindirmemiz başka türlü açıklanamaz zaten… İş bitecek, her şey sökülecek, işe yarayanlar alınacak, yıkık dökük yapılardan ibaret yağmalanmaya hazır viraneler kalacak geriye…

 

Şöyle bir düşünün lütfen! Her gün yaya ya da araçla üzerinde fır döndüğümüz yolların hangisi standartlar içinde? Şehircilik anlayışının geliştiği, kimi kavramların iskan politikalarının vazgeçilemezi olarak hayatımıza girdiği zamanlarda kurulanlar da dâhil, hangi mahalle yaşam kalitesini artırıyor insanların? Müsebbipleri ortalıkta pişkin pişkin dolaşsa da, ben yazmaktan utanıyorum geniş caddelerden, her saatte korkusuzca dolaşılabilecek aydınlık sokaklardan, işlevli kent mobilyalarıyla döşenmiş parklardan, çevresinde yaşayanlara estetik hazlar veren heykellerden, anıtlardan, çocukların özgürce koşturduğu açıklıklardan vazgeçtim, yerleşim birimlerinin yüzde yetmişinde kaldırım bile yok bu kentin. Olanlar da otopark olarak kullanıldığı için insanlara kapalı…

 

BİR KENT DEĞİL DE ŞANTİYE YÖNETİYORLAR

Şantiye kültürünü başka nasıl anlatabilirim ki: Bir yoklayın hafızanızı, çocukların geniş bahçesinde yoruluncaya değin koşabildiği, kapalı spor salonu, kütüphanesi, tiyatrosu tam tekmil olan kaç tane okul var Zonguldak’ta? Namaz kılmasanız, hatta bencileyin münafıklardan biri olsanız da estetik formu, mimari tasarımı, yapısal kimliğiyle karşısına geçip huzurla seyredebildiğiniz kaç cami var? İnsanların rahat bir şekilde ulaşabilmesi için çözümler düşünülmüş, içinde adam gibi sağlık hizmeti verilen kaç tane hastane var ya da? Sizce de öyle değil mi, sağlık tesisleri hastaların insan onuruna yakışır bir şekilde sağaltımı için açılmış kurumlar değil de, nizamname gereği şantiyenin çevresine zorunlu olarak kurulmuş işyeri dispanserleri gibi adeta…

 

Hiç dikkatinizi çekiyor mu? Yönetenler de, bir kenti değil de sıradan bir şantiyeyi idare eder gibi davranıyor Zonguldak’ta. Her şey “vatandaşa çok yönlü hizmet” için değil, yapılmış olmak için yapılıyor. Siz de gözlüyorsunuz, şantiyelerdeki iş bitimi sökülecek  prefabrik yapılara gelişigüzel su çeker, kablo döşer, atık suları en kestirme yerden bir yere def eder, örtüsüz masalardan oluşan yemekhaneler yapar gibi şalap şulup bir özensizlik hakim kentin her şeyine… Yapılan işlerin neredeyse hiçbirinde estetik olmadığı gibi çok yönlü işlevselliği hedefleyen bir düşünsel yaklaşım da bulunmuyor… “Kent ergonomisi” denen kavram zaten hiç uğramadı bizim ellere… Tüm şantiyelerde olduğu gibi tıpkı, gün kurtulsun, iş, öyle böyle yürüsün, tek derdi bu bizi yöneten zevatın…

 

GÜNÜ KURTARMAYI BECEREN EN KUTLU ŞAHSİYET

Her yanından iğretilik sızan kentin kavramlar dünyası da bir tuhaf… Dünyada bırakın yarını, yüzlerce yıl sonrasını görüp kenti ona göre şekillendirenler devlet adamı sayılırken, günü kurtarmayı becerenler “en kutlu şahsiyet” sayılıyor bizde… Kamuya ait makamları işgal eden hacıyatmazların birçoğu onu da beceremiyor çünkü… Son derece basit ve kentsel ölçekten bakıldığında sıradan sayılması gereken işleri şişine şişine anlatırlarken gülüyor, kum kamyonunu çamurlu yoldan bir şekilde geçirip, işin görülmesini sağlayan şantiye müteahhidinin mağrur bakışlarını görüyorum yüzlerinde… Delibozuk kaldırımda bir çalışma mı yapıldı, dök kuru betonu gitsin; şık giyimli, yüksek topuklu kadınlar, güle koşa yürüyen gençler, ayağını zor kaldıran yaşlılar değil de çizmeli amele dolaşacak oralarda nasılsa…

 

Şantiye müteahhidi için, amelenin barınacağı prefabriklerin önündeki kaplamanın, tuhaf renklerle boyanmasının, soba borusunun camdan çıkmasının, su borularının çamaşır ipi gibi havadan geçmesinin hiçbir önemi yoktur. Önemli bölümü artık malzemeyle yapılmıştır zaten… Zonguldak’la nasıl da örtüşüyor değil mi? Her bir caddesi Çingene donu gibi bir başka renkte malzemeyle kaplı olması örneğin… Az sayıdaki kent mobilyasının vazgeçtim başka caddelerde, aynı alanda bile onlarca şekil değiştirmesi ya da… Yeni dökülen asfalt bile delik deşik… Kentsel dönüşüm mü dediniz? Hiçbir altyapı çalışması yapmadan, eski yapıların yıkılıp, aynı çirkinlikle, ama ona da rahmet okutacak irilikte yapı dikilmesinin adı yalnızca… Bir tiyatro sahnesi hayal ediyorum: Belediye başkanı çetelesini tutmak için her akşam soruyor maiyetine: “Kum kamyonları ulaştı mı yerine?” Boyun kıran müstahdem,“Ulaştı efendim” diyor. Gözleri çakmak çakmak olan başkan nasıl da mutlu…