Kazıklı iplerin etrafına doluşanahaliyse, içtiği afyonlu sudansermest vaziyettene olup bittiğinin farkında olmadan gülüyor kahkahalarla… Mestaneleri, daldığı düşlerin esrikliğinden gümbürtüyle çalan davullar bile ayıltamıyor… “Kuşa bak” denilerek çalınan hayatların geçişi izleniyorhuşu içinde… Kimi zaman istemsiz devinimlerle sarsılan mahşeri kalabalık, en iyi mağdur rolü yapanı, gücü en çok elinde tutanı, etrafında en çok vaveyla koparanı alkış yağmuruna tutuyor… Mukaddimeyi çoktan bitirmiş oyuncular, uzun zamandır yaptıkları muhavereyi kesip, alkışlarla kutsanan baş meddahın tiradına bırakıyor sahneyi… “Aziz milletim…”avazelericanlı yayınlarla tüm ülkeye aktarılırken Dümbüllü İsmail mezarında ters dönüyor… Aslında hiç değişmeyen oyuncular başka bir dona bürünüp, aynı repliklerle yeniden çıkıyor sahneye…
CEMAAT NEYİN HİZMETİNDE
Kendine biat edenleri devletin ballı kaymaklı makamlarına taşımaktan başka neye “hizmet” ettiğini bir türlü kestiremediğim cemaatle AKP’nin muktedirleri arasındaki kavgayı izlerken, yukarıdaki hayal sahnesi, ülkede yaşananların birebir karşılığı olarak akıp gidiyor gözlerimin önünden… Aynı nalça ağız, aynı sahte yüzler, aynı tekerlemeler, aynı yüzsüzlükler… Suç ortaklıklarını gizlemeye gerek görmeyen pişkinlik bile tıpatıp aynı birbiriyle… Yalnızca çıkarları çatıştığında değil, ömrünün her deminde tiranlığa başkaldıran gerçek gazetecileri yüzlerce yılla yargılayan iddianamelerin altında imzası olanlar,“basın özgürlüğünün simge ismi” olmaya çalışıyor bugünlerde… Canlı yayın şovlarıyla gözaltına alınan beyzadeler, kimseler duymadan evinden alınıp onlarca yıl hapiste tutulan fikir emekçilerinin uğradığı zulümde payı yokmuş gibi yalandan“özgürlük tiradı” atıyor…
Yalandan diyorum duruşu, gazetecilik ahlakı ve hayata bakışıyla gerçek bir aydın olduğunu binlerce kez kanıtlayan Ahmet Şık’ın gösterdiği onurlu tavrı, o gözaltına alınırken hiçbiri sergilemedi örneğin. Sergilemediği gibi ona vurulan kelepçede parmak izleri vardı bolca. KCK davalarında binlerce insan haksız gerekçelerle yargılanıp yıllarca içeride tutulduktan sonra “pardon” denilerek serbest bırakılırken, sorgulamaktan vazgeçtim bir geçmiş olsunu bile çok gördüler insanlara… Her akşam çıktıkları televizyon kanallarında, şimdilerde,“tencere dibin kara” muhabbeti yapan havuz medyasının ördekleriyle cemaatin papağanları,yapılan zulme, akla zarar senaryolarla gerekçeler üretmeye çalışıyordu o vakitlerde… Suç ortaklığı günlerinde, devletin olanaklarını mal bulmuş mağribi gibi arsızca bölüşüyorlardı…
EVET, CEMAATE YAPILAN FAŞİZANLIK DA…
Dedim ya bir tuluat sergileniyor ülkede… Evet, cemaat medyasına bugünlerde yapılan muamele bence de haksız… Evet, yayın kurulu başkanı olan zatın tutuklanması için ortaya atılan iddialar son derece gülünçbence de… Toplumun bir kesiminin faşizan uygulamalarla şeytanlaştırılıp yok edilmek istendiği apaçık ortada… Yalnızca aklım, yüreğimle değil, vücudumun her zerresiyle isyan ediyorum bu faşizme… Ama bir münadi olarak da haykırıyorum: Ey Dumanlı Ekrem, tiran uçaklarının en ayrıcalıklı yolcularından biri olduğun vakitlerde, servis ettiğin haberlerin faturasıbir gün konulacak kesinlikle önüne…Elebaşlarından biri olduğun yayın grubunun gerçek aydınlara karşı yaptığı kara propagandanın hesabı muhakkak sorulacak… Karartılmasına suç ortaklığı ettiğin hayatlar gerçek adalet önünde, hesap soracak hepinizden…
Tarih kesinlikle yazacak:“AKP ve cemaat al gülüm, ver gülüm günlerinde müşterek ve müteselsil olarak suç işlediler.” Tuluatın, “iyi polis” figürü Bülent Arınç hiç sıkılmadan, “Ne dert ediyorsunuz, üç gün konuşulur, dördüncü gün unutulur gider” deme cüretinigösteriyorsa, Ekremlerin dumanının rolü çok bunda… AKP gözü kara bir şekilde devlette kadrolaşabiliyor, binlerce insanın bir anda görev yerini değiştirebiliyorsa, ne istedilerse alan cemaatin, zamanında yaptığı dezenformasyonun yüzü suyu hürmetinedir. Hiç kuşkum yok ki, bu abluka dağıtılacak bir gün… Cemaatin karagüllerinden olduğu gibi onlarla “dibin kara” muhabbeti yapan AKP tiranlarıyla soytarılarından da hesap sorulacak… 12 Eylül faşizminin tedavi için pasaport vermeyerek ölüme mahkum ettiği Ruhi Su’nun görklü sesi doluyor kulağıma: “Kalmaz benim davam, divana kalmaz…”