Son günlerde yaşanan olaylar, “toplum vicdanı” denen olguyu derinden sorgulamama neden oldu. “Nasıl bir memlekette yaşıyoruz?” sorusu içimi yakan değil yalnızca beynimi de kemiren bir kaygıya dönüştü çünkü…

Koca bir tımarhaneye dönüştürüldüğünü düşünüyorum artık ülkenin…

Kimilerinin betonlaşmış vicdanları hiç kanamıyor çünkü…

Ayakkabı kutularındaki paralar, yatak odalarında gizlenmiş kasalar, para sayma makineleri bir bir günışığına çıkarken, utanma denen kavramı çoktan unutmuş propagandistler, ürettikleri akla zarar teorilerle gerçeği örtbas etmeye çalışıyor.

Suçüstü yakalanmanın telaşıyla anayasaya açıkça aykırı yasa tekliflerini Meclis’e sunan AKP, biraz daha zorlansa,“Bakan, başbakan, iktidar partisi üst düzey yöneticileri ve onların birinci derecede yakınlarıyla belirledikleri kişiler hakkında, hiçbir adli ve idari işlem yapılamaz, herhangi bir suç isnat edilemez. Aksine hareket eden devlet görevlilerine işten el çektirilir.” şeklinde bir yasa çıkartacak neredeyse.

Vicdanları kanamıyor çünkü…

İyice cılızlaştırılıp TOMA’larla suyu çıkarılan toplumsal muhalefet, “Hırsız vaaaarrr” haykırışlarıyla meydana çıkarken evlerinde zor tutulan yüzde ellinin dünya umurunda değil neredeyse…

Gezi sürecinde Başbakan’ın bilmem neresinin kılı olmaya hazır olan yandaşlar, bu kez “Soyuyorsa beni soyuyor, sana ne…” babalanmasıyla dikiliyor eylemcilerin karşısına… Belki de dikili bir ağacı bile olmayan andaval, ülkenin gerçek sahibi zannediyor kendini. O ev sahibi de, eylemciler kiracı sanki bu ülkede…

 

BU NE YAMAN ÇELİŞKİ?

Vicdanlar hiç kanamıyor…

Adı bin türlü yolsuzluğa karışmış haramiler yüzlü yüzlü ortalıkta gezinirken, celladına aşık kurbanlar elleri patlayıncaya kadar alkışlıyor onları…

İşe bakın, düne kadar AKP ile işbirliği içinde topluma her türlü zulmeti reva gören sözde dervişler “yolsuzluk zaptiyesi” kesildi şimdilerde…

Her türlü hukuksuzluğun üstünü örtmek için karanlık mahfillerde bin türlü kumpas kuran şakiler, birden evrensel hukukun savunucusu oldu.

Vicdanları kanamıyor kesinlikle…

Kimse, “Bankası olan cemaat mi olur?” diye sormuyor mürşidine…

Yüreklerine, “Allah ile kulu arasında bunca paranın, şatafatın, azamet ve kibrin ne işi var?” şeklindeki kuşkunun gölgesi bile düşmüyor…

Birkaç holdingin toplam bütçesine ulaşan paralarla neyin “hizmet”i yapıldığı sorgulanmıyor.

Kurulan devasa bütçeli şirketlerde yapılan “şirk”lere gözünü yumarak müridini sığınarak iki cihan saadetinin peşinde koşuyor…

 

ACIMAYACAKSIN, ÖYLE Mİ?

Hele onun hiç vicdanı kanamıyor…

Kimilerince neredeyse asrın son müçtehidi ilan edilen Başbakan, öfkeden kıpkırmızı olmuş bir yüzle, “Acımayacaksın” buyuruyor kürsüden. Benliğini nefsine teslim edip ağzından çıkan sözcükleri vicdan terazisine sokmaya hiç gerek duymadan ekliyor insafsızca: “Acıyan, acınacak duruma düşer.”

Sözüm ona “merhametlilerin en merhametlisiydi” bunlar… Takva ve züht sahibiydiler güya… Kalender meşrep bir muhabbet ehli olarak anlatıyorlardı kendilerini…

Yaşayarak gördük ki, merhametleri de, takvaları da, ihlasları da iktidarları sarsılıncaya kadarmış…

Kardeşlikleri, muhabbetleri, dünya nimetlerini kapışmaktan ibaret bir arsızlıkmış yalnızca…

Başbakan tüm insani değerleri karşısına alarak “Acımayacaksın” diyor…

Vecd halindeki kalabalıklar insafsızlığa yapılan bu çağrıya ayakta alkışlıyor…

Onlar tarafından “acınası” hale düşmek pahasına acımak bize düşüyor yine…

Acınası saydıkları hallerimiz, insan yanımızda tomurcuklanan yüz akımız oysa bizim…

Ey okur…

Senin de vicdanın tutuluyor bazen…

İnternet sitesine düşen kimin nereden aday olacağına dair bir spekülatif bir habere binlerce kez bakarken, insani dramlara görmezden geliyorsun örneğin…

Acz içindeki insanların çığlığını kapıyorsun kulaklarını…

Ve emin ol ki yalnızca bu davranışınla bile kovalarla su taşıyorsun, vicdanı kanamayanların değirmenine…