Dikkatli okurdan kaçmamıştır, başlık, risale-i nur külliyatından… Eee, ne de olsa paralelcilik moda şu sıralar… Bir fırsatçılık yapıp Saidi Nursi’nin şöhretinden ben de istifade edeyim dedim biraz. Malum, kent meseleleri üzerine kalem sallıyorum yıllardır. Yazıp çizdiklerim bilmem kaç gigabaytı buldu bu konuda… Sonuç: Elde var sıfır. Bilen biliyor, fikri hayatım değil yalnızca, tüm yaşamım solculukla malul… Sol jargonun çok belirgin olduğu yazılarda derdimi anlatamadım bugüne kadar kimseye… Kendi sularımdan küçük bir dümen kırdım, Nursi’nin şiir dizesi gibi duran sözünü başlığa çektim. Kim bilir bir okuyan çıkar da aynı dertte yanan birileriyle bir paralelkenar oluştururuz belki de…  

Daha önce de yazdım galiba. Nursi’nin “Eski hal muhal. Ya yeni hal, ya izmihlal” tümceleri Zonguldak’ın çoktandır içinde bulunduğu durumu en doğru biçimde anlatan söz öbeklerinden biri bence… Bu kentin ta Dilaver Paşalı yıllardan kalma statüko üzerinde yürümesi, bir heyecan dalgasıyla yarınlara yönelebilmesi mümkün değil artık. Hazretin bir başka dolayımda söylediği gibi, ya yeni bir yol bulacak kendine, ya da batıp gidecek… İzliyoruz hep birlikte, siyaset tartışmaları sen ben kavgasından öteye geçmiyor. Ön açıcı fikirleri mayalandırması gereken gazetecilik malumatfuruşluktan ibaret kalıyor yalnızca… Kent üzerine yapılan en kapsamlı tartışmalar gelecek tahayyülü oluşturmaktan daha çok, nostaljik yakınmalara dönüşüyor…

ADAYLAR HANGİ İDDİANIN SAHİBİ

Siyasi partilerin içinde bulunduğu duruma bakın hele… İktidardaki AKP de, yerel iktidar CHP de bugünlerde kongre süreci yaşıyor. Aday isimleri kelebek fırtınası gibi uçuşuyor havalarda. İsim ve ihtiras çok da derde derman bir fikir kırıntısı yok ortalıkta… Soruyorum herkese, kimler, niçin aday? Gelecekte kendilerini daha yüksek yerlerde görme arzusu dışında hangi iddianın sahibi olarak çıkıyorlar karşımıza? Kentsel sorunların çözümü konusunda hangi reçete var ellerinde? İçinde bulunduğumuz açmazlardan çıkabilmek için, “daha çok devlet sübvansiyonu” dışında ne gibi önerileri var? Artık bir talana dönüşen imar kirliliği konusunda farklı ne düşünüyorlar ya da?

Anası, danasıyla parlamento içindeki muhalefet böyle de toplumsal muhalefet ve onun itici gücü sosyalist sol çok mu iyi sanki? Hiç ikirciklemeden söylemeliyim ki, içinde bulunduğum bu cenahta da durum hiç iç açıcı değil… Yüksek siyaset yapmaktan kendi kapımızın önüne bakmaktan aciziz çünkü. Slogan solculuğuyla fena halde malul olduğumuz gibi AKP karşıtlığı temelinde geliştirilen bir muhalif dille her şeyin halledilebileceğini sanıyoruz. Oysa derdin kökü çok daha derinde… Kentin yapısal sorunları var ve tümüyle kaynak israfına dayalı bu durum sürdürülebilir olmaktan çıktı çoktan… İçinde debelendiğimiz fikri kabızlıktan kurtulup, ufuk açıcı fikirlerle ortaya çıkamazsak erimeye, dolayısıyla da etkisizleşmeye devam edeceğiz…

ARTIK DENİZ BİTTİ

Ekonomik yaşamsa tam bir fecaat, ticaret çay ocaklarıyla peş peşe açılan dönerciler ve çiğ köftecilere emanet adeta. En önemli gelir kapısı maden ocakları, yapılan denetimler sonucunda bir bir kapatılıyor. Kesin olarak söylemeliyim ki, artık deniz bitti bu alanda… Çok şükür ki iş kazaları konusunda, tüm ülkede ciddi bir farkındalık oluştu… Emekçiler öle öle bilinçlere kazıdı ki, önlem alınmadan üretim yapılması mümkün değil ocaklarda. İş güvenliği demek, maliyet demek; bu maliyeti göze alanlar sektörde kalacak, kalmayanlarsa gidecek… “İlle kömür, ille istihdam” denilirse, maliyet faktörünü düşünmeden, güvenlikli ortamlarda devlet yapacak üretimi… Kârını, zararını da tüm toplum paylaşacak…

Evet, Zonguldak çatırdıyor. Dilaver Paşa’nın diktiği gömlek lime lime dökülüyor üstümüzde… Bu durumdan nasıl çıkacağımızı hararetle tartışmamız ve kendimize alternatif yollar bulmamız gerekiyor. Bizse tüm bunları unutup, gelecekte kim milletvekili olacak, bu kentin rantını kim yiyecek sorusuna yanıt arıyoruz kafa göz yara yara… Bu zamana kadar seçtiklerimiz başımız göğe erdirmişler gibi bir de bunun üstünden karşıtlıklar oluşturuyoruz. Fatih’in topları İstanbul’un surlarını döverken meleklerin cinsiyetin tartışan Bizanslı papazlardan daha beter durumdayız. Onlar her gün pilav yemeyi reddettiler hiç değilse. Bizimse, bir türlü bitmiyor önümüze konan temcit pilavı…