Akıl almaz şiddette bir yalan fırtınası esiyor ülkenin üstünde… Ortalığı kaplayan toz duman, gerçeği ağır bir toz tabakasının altında boğuyor. Sözcüğün tam anlamıyla zekâmızla dalga geçiyor birileri, beynimizi dumura uğratıp yalan üzerine kurulu saltanatını sürdürmeye çalışıyor. Medyanın satılık kalemşorları yaptıkları dezenformasyonla aklımızı bulamaca çeviriyor. Hiç çekinmeleri de kalmadı artık. Son olarak 17 Aralık operasyonunu yapan polis şefleri, “montaj kaset yaptıkları” ya da “yasa dışı yolla telefon dinledikleri” için değil, “Ses kayıtlarını basına sızdırdıkları” gerekçesiyle görevden alınıyor. “Komplo yapan paralel çete çökertildi” mesajı verilmek istenirken bile yapılanlar suçun ikrarı niteliği taşıyor.
“CEHAPE” ZİHNİYETİNİN YASAKLADIĞI KURAN
İlk söylenen yalan mı bu? Hayır! Okumaktan bıktınız belki ama yine de yazacağım, hiçbir delile dayanmadan “Kabataş’ta benim türbanlı bacımı dövdüler” yalanını söyleyen kara vicdan, İzmir’de, oturduğu yerde polis tarafından saçından sürüklenen kızcağızın kırılan onurunu ağzına bile almıyor. “Camide içki içtiler” sözcüğünün tarihin en büyük yalanlarından biri olarak literatüre girmeye aday olduğunu herkes kabul ediyor… Eskişehir’de gözü dönmüş onlarca “görevlinin” tekmeleyerek öldürdüğü Ali İsmail’in failleri gün gibi ortadayken, “Arkadaşları dövdü” yalanını uluorta söyleyen vali görevde hâlâ… O vali ki, hızını alamayıp gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan bir gazeteciyi de açıkça tehdit etti sonradan. Adana’daki “kavas”ıysa değmeyeceği için ağzıma bile almıyorum.
Yalan bugünle sınırlı olsa, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi belgelerle aksini kanıtlamak bir ölçüde de olsa mümkün ama bir de tarihten gelenler var ki esas çetrefil konular eskilerin deyimiyle orada “neşet” ediyor. Biliyorsunuz, işsiz kalan Yahudi tüccarının eski defterleri karıştırması gibi, iktidarı elinde tutan Tek Adam, zaman zaman 30’ların, 40’ların Türkiye’sine vurgu yaparak, 70-80 yıl öncesinden oy devşirmeye çalışıyor. En çok dile getirdiği sözlerden biri de malumunuz olduğu üzere, “Cehape” zihniyetinin Kuran’ı yasaklaması oluyor. Her ne kadar harf inkılabı sırasında ifrata kaçan kimi jandarma uygulamaları dışında örnek bulmak pek mümkün olmasa da, tek parti rejiminin antidemokratik uygulamalarını kabul etmek mümkün değil elbette…
HA MEKTUPLAŞMA YASAKLANDI, HA TWİTTER
Ancak, ortada bir de sosyolojik gerçekler var. Hani kimseye akıldanelik yapmak istemem ama cumhuriyeti kuranlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarından, ulus devlet inşa etmek gibi esaslı bir görev koydu önlerine. Bir anlamda feodalizmden kapitalizme geçişin evresini de oluşturan bu hedefe varmak için din, dil ve toprak birliğini sağlamak gerekiyordu. Buradan bakınca esas hedeflerinin temel argümanlardan birinin yasaklanması sosyal süreçler açısından da akli görünmüyor. Ama sekülerleşme sürecinin tepeden inme bir şekilde topluma dayatıldığı, temelinde laisizm olan ve bu topraklarda o güne kadar hiç görülmeyen bir yaşam biçiminin kültürel evreleri oluşmadan yaratılmaya çalışıldığının da altını çizmek gerekiyor.
Madem ki sosyal süreçlerin tarihsel bağıntıları üzerinde konuşuyoruz, Tek Adam’ın, “Tiwitır, mivitır hepsini dümdüz edeceğiz. Evet, evet hepsini” buyruğunun birkaç saat sonrasında twitter’a erişimin yasaklanmasının, “Cehape” zamanlarında en önemli iletişim aracı olan mektuplaşmanın yasaklanması gibi bir anlamı yok mu sizce? Tek parti döneminde bile akla gelmeyen yasakların 21. yüzyılda Tek Adam iktidarında uygulanması hiç mi manidar değil? Bu yalanlara daha ne kadar inanacağız? Tam da cezbeye gelip, Çetin Altan’dan arak, “Enseyi karartmayın, sonu geldi bu yalanların” cümlesini kuracaktım ama 15 yaşında evladını toprağa veren anayı yuhalayan on binlerce vicdanı karanın alanlarda olduğunu anımsayıp yutkunarak son veriyorum yazıma….