Kentin simge şairi Muzaffer Tayyip Uslu’nun deyimiyle, “Kendisi yorulmadan sokakları yorulan küçücük bir kent” Zonguldak. Kimilerinin “mecburiyet caddesi” olarak tanımladığı Gazipaşa’yı birkaç adımda geçip limana giden yola girdiğinizde, dokusu tümden bozulmuş bir eski yapı girer denizle aranıza. Bir zamanlar Zonguldak’ın tüm yükünü çeken yolcu vapurlarını karşılayıp, İstanbul’dan Hopa’ya kadar tekmil Karadeniz’in yolcularına hizmet veren bir acente olan bu yapı, ulaşımda, otomobillerin hükmen galip ilan edilmesinde sonra tümden işlevini yitirdi. Her yanı saran zevksizlikten payını alarak bir çirkinleşme süreci yaşadı sonunda.  Art arda yapılan eklentiler, gelişigüzel asılan tabelalar, işletmecilerin aklına estiği gibi yaptığı tadilatlar nedeniyle zevksizliğin şahikasına ulaştı. Gölgesinden nasiplendiği İşçi Müdürlüğü binasıyla hemen yanından denize bir kılıç gibi uzanan Sürmen Lokantası yıkıldıktan sonra boynu bükük bir yalnızlığı yaşayan “Vapur acentesi”, zamane kafeteryalarından biri olarak kullanılıyor şimdilerde…  Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin değişmeyen şeyler var yine de… Vapur acentesinin eklenti terasında bir şeyler yudumlarken, milyonlarca yıldır aynı yorgun alışkanlıkla batan güneşin, ufukta oluşturduğu bin bir rengi, gölgeyi, deseni aynı hazlarla seyredebilirsiniz örneğin. Ya da yıldız, karayel fırtınasıyla öfkeden deliye dönen Karadeniz’in ak köpüklü dalgaları dalgakıranı bir kuğu boynu gibi aşarken, aynı estetik duygular uyanır içinizde… Yükselen dalgaların kulağınıza gelen coşkulu sesi doğaya olan inancınızı bir kez daha tazelerken, insan denilen canlının doğa karşısında aslında ne kadar aciz olduğunu da anlatır…
 
İÇERDE PURO, PARFÜM, ŞARAP; DIŞARIDA TER KOKUSU
Bu coğrafyada biraz yaşamışlığınız varsa, vapur acentesinin anılar denizinde yüzerek geçer, şimdilerde birkaç bankın bulunduğu, seyir terası görünümlü küçük bir düzlüğe ulaşırsınız. Çok değil, 20 yıl önce olsaydı, üzerinde “TTK İş ve İşçi Müdürlüğü” yazan güzel bir yapı, yüzyıllık bir bilgelikle karşılardı sizi. Etrafa vakarla bakan güngörmüş yapının hikâyesi, emek kenti Zonguldak’ı var eden değerlerin de bir hikâyesidir aslında… Yalnızca o yapı üzerinden yapacağınız okumalar bile, kente dair derin bilgilere ulaşmanızı sağlar… Kaynaklarda, havzanın bir dönemine damga vuran Fransız sermayeli, Ereğli Şirketi Osmaniyesi (Societe Ottoman d’Heraclee)’nin yönetim binası olarak geçtiğine göre, 1900’lerin başında yapılmış olması kuvvetle muhtemel bu yapı, Zonguldak’taki kömür kültürünün yüzlerce yıllık birikimini yarınlara taşıyacak bir kent bilgesiydi de aynı zamanda. Delibozuk bir mimari ile çirkinin de çirkini bir şekilde yapılaştırılan Zonguldak’ın az sayıdaki kimlikli yapısından biriydi. Ayakta durduğu uzun yıllar içinde, kentin, tarihsel ölçekli birçok olayına tanıklık etti. Patronlara öfke kusan onlarca işçi eylemi, madenci isyanı yaşandı önünde. Puro, parfüm, şarap kokan ofislerin kalın duvarlarında, önünde toplanan ter kokulu madencilerin öfkeli sloganları yankılandı onlarca defa. Her defasında kimi zaman jandarma zoru, kimi zaman işsizlik korkusuyla nümayiş bitecek, puro, şarap, parfüm kokanlar Fener Mahallesi’ndeki kortlarda tenis oynamaya giderken, ter kokulular, aynı yerin yüzlerce metre altında ömrünü kazmaya devam edecekti…
 
MÜKELLEFİYET TAKİP BÜROSU
İçinde havzanın gelişimine yönelik tarihsel ölçekli pek çok karar alınırken, adı Zonguldak’la özdeşlemiş pek çok insana da iş imkânı sundu tarihi bina. Kurtuluş Savaşı kazanıldı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildi. Cumhuriyet güneşi yeraltındaki karanlıklara doğmadı ne hikmetse. Yeraltı insanları, görece iyileştirmeler yapılsa da, aynı bitimsiz acıyla üretim yapmaya devam etti. 1940’lı yılların başında yapılan devletleştirme ile Ereğli şirketi, yeni kurulan Türk sermayeli Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ)’ne devredildi. Bu dönemde, kentin ortak hafızasında en derin yara olarak kanayan “Mükellefiyet” uygulamasının takip merkezi olarak kullanıldı. Yazar İrfan Yalçın, o zor yıllar için, “Eğer acının tarihi yazılırsa, 2. Dünya Savaşı yıllarında Zonguldak’ta uygulanan mükellefiyetten de söz edilir elbet” diye yazacaktı…  Yeraltında zorunlu çalışmaya mükellef olan köylüler burada belirleniyor, hangi köylerin hangi toplanma merkezinde bir araya getirilip, ocaklara ne şekilde sevk edileceği burada saptanıyor, kaçak ya da hasta olanların amansız takibi buradan yapılıyordu. İkici Dünya Savaşı’nın o yokluk, yoksulluk günlerinde, memlekete kömür, kömür çıkarmak için de insan lazımdı… Milli Koruma Kanunu’yla, Zonguldak ve çevresinde eli kazma tutan tüm erkekler ocaklarda zorunlu çalışmaya “mükellef” edildi. Yasa devlet zoruna dayanınca, devreye, büyük bir jandarma zulmü girdi. Bilge yapının duvarında, öfkeli sloganlar değil de, ilençlerle acılı ağıtlar yankılanmaya başladı bu kez. İkinci Dünya Savaşı bitti, kömüre duyulan ihtiyaç da, istihdam talebi de azaldı. Mükellefiyetle birlikte takip bürosuna da gerek kalmadı doğal olarak. EKİ İş ve İşçi Müdürlüğü olarak, havzadaki tüm işçilerinin kayıtlarının tutulduğu bir bellek mekâna dönüştü bu kez. Bugüne uzanan adı da o günlerden mirastı…
 
TÜRK İŞÇİ TARİHİ – ÜRETİRKEN TÜKETEN İNSANLARIN DESTANSI MÜZESİ
1988 yılında, kendisi de uzun yıllar Zonguldak’ta görev yapan dönemin Turizm Bakanı M. Tınaz Titiz, Zonguldak’a, bir kent ve madencilik müzesi kazandırılması talimatını verdi… İlerleyen yıllarda adı, “Türk İşçi Tarihi – Üretirken Tüketen İnsanların Destansı Müzesi” adını alacak bu müze için akla gelen ilk yer, elbette, İşçi Müdürlüğü binasıydı. Koruma kültürünün yeni yeni geliştiği o günlerde, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 25.3.1988 tarih ve 110 numaralı kararla 2. grup taşınmaz kültür varlığı olarak tescil etti binayı. Mimari görünümündeki malzeme ve yapı elemanlarında, eserin görünümünü ve bütünlüğünü bozmamak koşuluyla, mimari ve iç taşıyıcı elemanlarıyla gabarisinde önemsiz değişiklikler yapılarak müze fonksiyonu kazandırılabilecekti karara göre. Girişi cadde üzerindeki basık kemerli, çift kanatlı ahşap kapıdan olan üç katlı kâgir binanın, son katı, 1973 yılında eklenmişti. Her katta yer alan odalar dikdörtgen planlı, ahşap düz tavanlıydı ve koridorun her iki yanına sıralanıyordu. Zemin katı taş döşeme, beşik şeklinde yapılmış çatısı, Marsilya kiremitleriyle kaplıydı. Ahşaptan yapılan saçakları başka bir güzellik katıyordu binaya. Batı cephesi denize bakan binanın camları dikdörtgen formundayken, zemin katta ki pencereler geçme demir parmaklıkla çevreliydi.  Denize sıfır yapının konum olarak kayalık zemine oturması üzerine köşeleri kesme taş, temel duvarları yer yer moloz taş olarak örülmüştü…
 
BİR MÜHENDİSLİK RAPORUYLA YIKILDI
Gerek mimari yapısı, gerek geçmişte üstlendiği fonksiyonlar ve kent hatırasından bıraktığı derin izler nedeniyle kentin bir bellek mekânı haline dönüştürülmesi gereken yapı için her devlet işinde olduğu gibi, sonu gelmeyen yazışmalar başladı. Bakanlar gitti, valiler atandı zaman içinde. Müdürler değişti, başka belediye başkanları seçildi. O karar şuna, şu karar buna çevrildi ama yazışmalar bir türlü bitmedi. Ortaya klasörler dolusu evrakı metruke çıkarken EKİ lağvedilmiş yerine Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) kurulmuştu. Yazışmalar sırasında kent kütüphanesi olması tartışıldı bir ara. Epey bir zaman sonra ibre yeniden müzeye döndü. Rölevesi çıkarıldı, restitüsyon, restorasyon projeleri yapıldı. Bir protokolle, “müze yapılmak koşuluyla” 49 yıllığına, Kültür Bakanlığına devredildi hatta. Önü, önceden limandaki vapurlara kömür taşıyan şimendiferlerin hattı olarak kullanılmaktayken, 60’lı yılların ortalarında karayoluna dönüştürülen yapı, her geçen gün daha da artan trafiğin ortasında kaldı. Seçilen kimi belediye başkanları, trafiğe engel olduğu için binanın yıkılması gerektiğini dillendirmeye başladı. 1999 yılında, Zonguldaklı, “iyi bir gelişme oldu” diye sevindi; Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, İl Özel İdaresi aracılığıyla 45 milyar liraya ihalesini yaparak restorasyon çalışmalarına başladı. Yıllardır kapalı olan binanın etrafı emniyet bandı ile çevrelenince bir memnuniyet havası yayıldı kente. Nihayet kent müzesi kurulacaktı. Çatı kaplama işlemi tamamlanıp, dış cephesindeki sıvalar döküldükten sonra, inşaat bir anda durdu. Yapı depremlerden büyük hasar görmüş, ekonomik ömrünü tamamlamıştı söylenene göre. Tutulan mühendislik raporunda, İlk yapım esnasında zemin +1 kat olarak inşa edilen binaya sonradan eklenen son katın duvarlara verdiği yük, çevremizde meydana gelen muhtelif depremlerin etkisi, bağlayıcı harcın yapısal özellikleri nedeniyle, bina dış duvarları bağlantısının çözüldüğü görülmüştür” deniyordu. Yine rapora göre, özellikle köşelerde ciddi çatlaklar vardı. Kullanılan harman tuğlası yer yer eriyerek taşıma kapasitesini kaybettiği belirlenmişti. Çözüm olarak sunulan tek şey de,  yıkılması ve yerine deprem yönetmeliğine uygun yeni bir binanın yapılmasıydı…
 
KARARDA “YERİNE YENİSİ YAPILABİLİR” DENİLDİ
Bu rapora Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun uzmanları da uygun görüş bildirdi… Bunun üzerine 10.08.2000 tarihinde toplanan Kurul, aldığı 6497 kararla yıkıma cevaz verdi. Kurul kararında, “Zonguldak İli, Meşrutiyet Mahallesi’nde Liman Caddesi, 314 ada 1 parseldeki yapının gerek Bayındırlık İskan Müdürlüğü, gerekse Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü teknik elemanlarınca hazırlanan raporda çevre açısından tehlike arz ettiği belirtildiğinden, gerekli can ve mal güvenliği, ilgili Valilik ve Belediye tarafından sağlandıktan sonra yıkılabileceğine, cepheleri ve gabarisi aynen korunmak kaydıyla Kurulumuzca belirlenen restorasyon projesinde belirtilen iç düzenlemesiyle yeniden yapılabileceğine karar verildi” deniliyordu. Bu kararın ardından süreç hızlandı, iş makineleri, kentin yüzyıllık tarihini birkaç günlük uğraşla yerle bir etti. Zonguldak Belediyesi de, binanın yerini, imar planında “yeşil alan” olarak değiştirerek dosyayı kapattı. Böylece İşçi Müdürlüğü binasının getirdiği kısıt gitmiş, trafik ne kadar akabiliyorsa, o kadar hızla akmaya başlamıştı…
 
İŞÇİ MÜDÜRLÜĞÜ BİNASINI GERİ İSTİYORUZ
Aradan 20 yıla yakın zaman zaman geçti. Kurul gibi, kent gönüllüsü birkaç kişi dışında hiç kimse olayın peşini sürmedi ne yazık ki. Soranlara da “ödenek yetersizliği” gerekçe gösterilerek konu geçiştirildi. Kurul, yıkım izni verirken, “yeniden yapılabilir” de demişti oysa. Ülkenin endüstriyel süreçlerle en önce tanışıp, zaman içinde “emek kenti” unvanını kazanan en kimlikli kentlerinden birinde, ayakta kalabilen bir endüstri mirası da, diğer pek çokları gibi yok olup gitti böylece. İnsanların kendine doğru çıktığı yolculuklarda, ayak izlerinin peşine daha çok düştüğü ve bu durumla ilgili yeni bir farkındalığın geliştiği şu günlerde, İşçi Müdürlüğü Binası, kentin bir bellek mekânı olarak ayağa dikileceği günleri bekliyor sabırsızlıkla. Temeline ilk harcın konulduğu günden itibaren kentin hangi acıların içinden süzülüp geldiğini anlatacak bize. Ziyaretine gelenleri yeraltındaki cehennemi faaliyette yitip giden insanların derin öyküleriyle karşılayacak. Muzaffer Tayyip’in İstanbul’dan gelecek edebiyat dergileri için, hangi penceresinden sabırsızlıkla vapur yolu gözlediğini usulca kulağımıza fısıldayacak. Belki Rüştü Onur da eşlik edecek bir şiiriyle. İçini saran puro, parfüm ve şarap kokusu yok olsa da kentin havasına her dem içkin olan hüzün, aynı ağırlığıyla mükellefiyet acısını taşıyacak içimize. Kulağımıza ağıtlar, acılı haykırışlar, sloganlar dolarken, bizler de, biraz daha Zonguldaklı olduğumuz duyumsayacağız. Çok şey mi istediğimiz.
Not: ‘Bu yazı daha önce arkitera.com’da yayınlanmıştır.