Bilgisayarın başına iki kez oturup kalktım… Her defasında balkonda bir çay içip yağan yağmuru izledim… Sıcaklarla bir zorum olmadığı halde havaların soğuması sevindirdi beni, mevsimin kendi döngüsü bunu gerektiriyordu çünkü… Döndüm, bir kez daha oturdum bilgisayarın başına… Yazıya başlamadan önce, bir parça, internette dolaştım… Canımı sıkan haberleri görmezden gelip gönül çelen müzikler dinleyerek bazı bilim sitelerinde gezindim... Yanlış bir cümle kurup başımı derde sokmadan yazıyı bitirebilmek için derin birkaç soluk aldım, yeni bir sayfa açtım önüme…
 
Bembeyaz ekrana kara leke gibi düşecek ilk tuşa basmadan önce uzun uzun “Başlığa ne koysam” diye düşündüm… Aklıma gelenlerin hepsini öteledim, her birinin ucu bir başka kem söze çıkıyordu çünkü… Epey bir zaman sonra, alışkanlıklarımı yenip başlığı yazıyı bitirdikten sonra atmaya karar verdim, hem beni yönlendirmemiş de olurdu böylece… Birkaç haftadır zihnimi meşgul eden Kız Meslek Lisesi tartışmaları bir arı bulutu gibi üşüşmeye başladı beynime… O uğultu arasında düzgün cümle kurup dert anlatmanın olanaksız olduğuna karar verdim… Başlık bulmadan da yazamıyordum ayrıca...
 
KORTTA TENİS DEĞİL FUTBOL OYNUYORDUK

Zihnimi toparlamak için uğraştım… Çocuk günlerimden kalma resimler gelmeye başladı gözümün önüne… İlk fotoğrafta sıkça gittiğim Yayla’da, kavisli kıvrımlarla yükselen ak badanalı zarif bir yapı vardı, “Kız Enstitüsü” diyorlardı adına… SSK hastanesi, araziden sökülmeye çalışılan koca taşlardan ibaretken, adı, sonraları “Beyaz Saray”a çıkacak Genel Müdürlük binası, meyve çaldığımız ormanlık bir alandı daha… Uğultular gitti, tam karşısındaki Yayla Konağı’nın kortundan yükselen şen sesler doldu kulağıma… Kortta tenis değil futbol oynuyorduk, onun için bir top bulmak yeterliydi çünkü…
 
Hey gidi günler… O zarif yapının diğer cephesindeki Yayla İlkokulu’nun sinemasında çok film izledim… Diğerlerinden ucuzdu epeyce… Anımsıyorum, korkunun dağları beklediği günlerde, kendimizi diri tutmamızı sağlayan HASAD, o salonda, tiyatral bir gösteri sunmuştu…  12 Eylül sonrasının politik içerikli ilk gösterisiydi… İçimize hapsolan sözleri sahneden duymak ne de güzel gelmişti… Tazelenerek ayrılmıştık salondan… Az aşağısındaki stadyumda da çok anım var… Köfte ekmek de sattım kapısında, tribünde sesim kısılıncaya kadar zafer şarkıları söyledim, şortla gösteri de yaptım bayramlarda…
 
SKANDAL YANLIŞ, BİR BAŞKA KENT SUÇUYLA GİDERİLMEK İSTENİYOR

Anılar içinde yitip gitmişken aklıma çengellenen haberler içimi acıtarak yeniden doluştu beynime… Daha öncede söylemişti de ciddiye alıp üzerinde durmamıştım, ilk gençlik yıllarımdan beri bende epey hatırası olan AKP Milletvekili Hamdi Uçar, “Yıkacağız” demiş o zarif binayı… Neresinden baksanız bir “kent suçu” olarak yükselen hastane binasının projesinde yeterli otopark yokmuş çünkü… Unutulan otopark oraya yapılacakmış… Selefi Tosun Paşa da desteklemiş, “Gerekirse yıkılacak” buyurmuş… Yani bir kent suçu işlenirken projede yapılan skandal yanlış, bir başka kent suçuyla giderilecekmiş…
 
Ey gafiller… 70 öğretmen görev yapıyor bugün o çatının altında, 760 öğrenci eğitim görüyor… 1942’ye kadar uzanan uzun bir tarihi olan okul, kentin, embesil siyasetçiler yüzünden yitip gitmiş etnografik değerlerinin bir bölümünü yağmadan arta kalan bir hazine olarak saklıyor… Binlerce insan hayata hazırlandı oradan… Bir kent bilgesi, çirkin yapılar kentinin zarafet timsali yanında yükselen kazulet binanın unutulan otoparkı için yıkılacak öyle mi? “Yuvarlak kafada sivri zekâ” sözcüğü şimşek gibi çaktı bir anda… Yazımın başlığını bulmuştum… Başlığı atıp ekrana ilk lekeyi düşürebilirdim artık…