Türk edebiyatının doruklarından birini temsil eden usta yazar İrfan Yalçın, doğup büyüdüğü kenti için “Yüz akı Türkiye'min / Çiçeği köklerinde açan ağaç / Ölümlerden gelip ölümlere giden şehir / En derini emeğin / Ekmeğin en namuslusu / Yağmurdan yorgun sokaklarında bir akşamüstü / Seni çoğaltıyorum içimde / Sana saklanıyorum” der, “İçimdeki Zonguldak” adlı muhteşem kitabında… Gerçekten tam da İrfan ağabeyin anlattığı gibi bir kenttir Zonguldak… Ekmeğini taştan çıkaran yeraltı insanlarının kanı sudan ucuz;  kimileri için yerin altındakiler, üstündekilerden çok daha değerlidir…

Ölülere de hükmeden yeraltı tanrısı Hades binlerce yıl önceden silinmez kalemle yazmış kaderini: Hiç çare yoktur, yerin altındaki karanlıklardan çıkarılanlar, toprağın altındaki karanlıklara gidecektir… Kömür kâşifi Uzun Mehmet de kurala uyacak, kadere boyun eğip, ilk maden şehidi olarak kütüğe kaydedecektir adını… Coğrafyanın yazgısı aradan yüzyıllar geçse de değişmeyecek, kömür uğruna hep ölünecektir… Dipsiz kuyulardan bir daha inmemek üzere yeryüzüne çıkanlarsa, kaderini içlerine biriken kömür tozuyla taşıyacak, yarım soluk sürdürdüğü hayata, ciğerlerini kusarak veda edecektir…

BEŞ BİNDEN FAZLA EVLADINI BIRAKTI ZİFİRİ KARANLIKLARDA 

Dedik ya, ferman kesin:  Zonguldaklılar madenkeş olacak, dünyanın neresinde olursa olsun evine ekmeği ömrünü kazarak getirecektir …  Ölüm mukadderdir bu yüzden, adı değişir yalnızca… Bazen grizu olur, bazen de göçük… En çok bilineni bunlar olsa da çeşit çeşittir… Degaj” bir futbol terimi değil, büyük basınçla püsküren un kıvamındaki kömürün, her yanına dolduğu insanı soluksuz bırakarak işlediği cinayetin adıdır mesela… Daha geçtiğimiz gün Soma’da olduğu gibi şlam patlar Zonguldaklı ölür kilometrelerce uzaklarda… Bazen toz patlar, bazen de metan boğar kadersizleri…

Unutuldu şimdi: Kurtuluş Savaşı’nda her cephede, en önde savaşan Zonguldaklılar, ekonomi savaşının da adsız kahramanıydı… Genç Cumhuriyet birçok işletme kurdu bu kentin birikimiyle… Her biri, bir başka gurur abidesi fabrikaların bacasından duman kadar madenkeşlerin alın teri de tüttü… Zonguldak, bu uğurda beş binden fazla evladını bıraktı zifiri karanlıklarda… Anımsayan kalmadı ama bu sayı cephede kaybedilenden daha çoktu… Devran döndü, birileri, hiç sıkılmadan, “ülkenin kamburu” ilan etti emek kentini…  Daha sonra da üçe bölüp boynu bükük bir yalnızlığın içine itti…

ARADA BİR GELEN ÖLÜM HABERLERİ DE OLMASA ADINI ANAN DA OLMAYACAK

Hep üretmeye, var etmeye, doyurmaya alışmış insanı işsiz, aşsız, geleceksiz bırakılarak çok daha büyük bir karanlığın içine itildi daha sonra… Yetinilmedi, kömüre olan sevdasından yararlanıp dört bir yanına ölüm santralleri kuruldu… “Kömür, kömür kentinde yanar” dendi, yurtdışından gemilerle getirilen milyonlarca ton kömür, bu santrallerde pervasızca yakılarak isi, kiri, dumanı solutuldu maden vurgunu ciğerlere… Kentte ölümün başka türlüsü de konuşulur oldu artık… Zaten arada bir gelen ölüm haberleri de olmasa adını anan olmayacak, Karadeniz’in kıyısında, unutulup gidecekti…

Farkındasınız adı sıkça anılıyor şu sıralar, sebepse insan canı yine… Koronavirüs adıyla kol gezen ölüm, ülkenin en zayıf halkası olarak yakaladı Zonguldak’ı… Yarım soluk hayatların yaşandığı kentin kötü kaderi değil de, pençesinde can çekişilen ölümün adı değişti; yanına yeni bir türü eklendi ya da… Anlaşılan o ki, bu ellerde ölüm hep mukadder olacak… Sevgili Öğretmenim Behçet Kalaycı’nın, “Nice koç yiğidini salarak / Eksili karanlıklara günde üç kez / Hades'ten mi ferman olunmuştur bilinmez / Koç değil hala oğul kurban eder Zonguldak” dizeleri sonsuza kadar gerçeğimizi anlatacak…