Galiba bu iki kelime birbirinden pek haz etmiyor. Kanımca bu iki kelimenin dokusu birbiriyle tutmuyor, o yüzden ikisinin kavuşumunu göremedik şimdiye değin. Bağladığımız yerden kopuyor olması, düğüm tutmaması, gönülsüzlüğümüzden de olabilir.
Biz insanların çoğunda, genellikle lider olma hırsı, yönetme ve yönlendirme egosu var. Severiz hâkimiyet kurmayı, şekillendirmeyi, bizim bakış açımıza göre yaşansın, öyle davranılsın isteriz.
Bütün bunları isterken de elbette sadece kendimizi düşünürüz, karşıda olanın umurumuzda olmadığı söze gerek bırakmaz nihayetinde.
Anlaşabilmek için değil, fikir ayrılıkları üzerinden anlaşmazlık türetiriz. İçeriğindeki aldatmacaları görmezden geldiğimiz birçok yaptırımı, kendi çıkarlarımız söz konusu olduğunda, liste başı yaparız.
Göz boyama ve akıl tutulması gibi formüller enjekteedilir zihinlere, direnmekten vazgeçen herkes yenilgiye hizmet eder. İnsan beyninin gerçek kapasitesi oranında çalışmadığı söylene dursun,şikâyetçi olmayız bundan, tam tersine tembelleşmek kolladığımız fırsattır birçoğumuz için.
“Değerler” diye bir kavram vardı lugatımızda çok eskilerde kalan, sözlüğümüzden günlüğümüzden çıkardığımız,başıboşbıraktığımız. Değerlerimizin kayboluşundan doğan lanetle boğuşuyoruz. Sanırım dünyanın içinde bulunduğu durumun özeti bu, üzerimizdeki yapışkan lanet.
İnsanlık, modern diye tabir ettiği dünyada ikiyüzlülüğün ve haksızlığın hakkını veriyor sadece. Bütün sıfatlarından arınan, kimyasının içine enjekte edilen kötülüğün, kinin esiri olduğunu anlayamıyor. İnsanlar ve insanlık kendini teslim etti sanal olan bir yaşam şekline. Mücadele etmediği her yaptırımı içselleştirip kabule geçtiğini de görmüyor. Bu kadar gün yüzüne çıkmış mıydı geride kalan zaman diliminde bilmiyorum, eğer öyleyse bunca zaman bir arpa boyu yol alamamışız demek ki.
Yönetilmeyi, yönlendirilmeyi seviyoruz, kontrolümüzü kaybediyor olmak sıradan sanki. İyilik denilen kavram artık anlamını yitirdi, arkasından gitmeyi seçtiklerimiz bambaşka bir algıyla hedeflerine yönlendiriyor bizleri. Aklın yok mu senin gibi bir soru yanlış bir sorgulama, zira akıl anlamından kaydı.
Bu içinde yaşadığımız çağın en vahim hastalığı sanırım ve henüz tedavisi bulunamamış. Çünkü günümüz dünyasında iyilik denilen kavram artık katledilen bir ölü.
Böylesine acımasız bir gerçeğin piyonu olan insanlık, siyaset denilen canavarın uşağı olduğunu ve onun belirlediği kriterlerde yol aldığını da kabul etmiyor. Bunca katledilen, masum ve zararsız insanlarıgörmezden geliyor, dahası kendi çıkarları ve amacı için yok edebiliyor. Kime hizmet ediliyor peki insanlığa mı?
Öğretilmiş çaresizlikleri öğrenme konusunda, biz sindirilmiş korkutulmuş insanlarda hiç fena sayılmayız hani. Kabule geçişimiz, kader mührüyle sorgulamadığımız her emre, istisnasız itaat ediyoruz. Bunun neticesinde de insanlığa yaptırım uygulayıp sömürenlere bir nevi gönüllü hizmetkârlık yapıyoruz. Onlara boy göstermeleri için devasa sahneler inşa ediyoruz.
Bu düzeneğin inşasını çok uzun yıllar öncesinden yapanlar, yol alma sürecinde de bir hayli yol katletmişler ki sistemin çarkları tıkır tıkır işliyor artık. Zenginler, yoksullar, kazananlar, kaybedenler işin özeti her daim bu.
Bir insanın yaşam hakkına son verenlerin ağızlarına doladıkları Tanrı kelimesi ve bütün pisliklerini örtebileceklerini sandıkları inanç yobazlığının da hiçbir inandırıcılığı kalmıyor ne yazık ki. Gerçek ve inandığımız kader, birilerinin sanal kader yazması daha da ötesi onu birilerinin yaşam hakkını sonlandıracak düzeyde yönetmesi, algıların infilak etmesi gibi bir canavar doğuruyor neticede.
Siyaset adı altında liderlik, yönetim, Tanrının elinden insanlığın eline geçmiş gibi görünüyor. Tanrı insanlığa zulüm eden yine insan olarak yarattıklarını neden cezalandırmıyor diye bir düşünce yol alıyor zihinde.
Çocuklar ve masum olan insanlar bedel ödüyor mütemadiyen. Kazanmak için sınır engel tanımayanlar Tanrının huzurunda gösteri yapmaya en çok hevesli olanlar oluyor.
İnsan, artık hiçbir albenisi kalmayan biryaratığa dönüşen, kişiliğini kimliğini kaybetmişbir rezillik adeta! Herkes kendini, kendi çıkarlarını düşünüyor. Yaşamak için öldürmek zorunluluğu yaratılan yerde, sevgiden, iyilikten güzellikten bahsetmek, yarınlar daha iyi olacak diye ümitlenmek saflığın ve aptallığın ta kendisi.
Çabalamanın anlamsızlığı ve emeğin üzerine çıkıp onu ezmek yok etmek için tepişenlerin karşısında güçlü olabilmek mümkün müdür acaba? Kader ve alın yazısı öğretilerinin sınırı nereye kadar. Nerede başlıyor inanç ve inançsızlık.
Savaşmadan kazanılmayacağını aşılamak, kazandıklarımızın değerini de biçsin o zaman.
Barış, savaşın uşağı günümüzde, kurtulur mu dersiniz, yeniden özgür olası mümkün müdür.