Yok hayır, yazmanın kesinlikle olanağı yok bu ortamda, acının, insanın en derinine tüm keskinliğiyle işlediği şu alçak günlerde, fikir geliştirmenin hiçbir anlamı da yok zaten…
Barbarlar, zalimler çağından geçti insanlık, yağma, talan, istilanın olağan sayıldığı, gücü yetenin diğerlerine zulmettiği çok kötü yıllardan…
Adına karanlık çağ denen o zamanlarda, tiranlar hükümrandı dünyaya, ağızlarından çıkan her söz kanundu her birinin…
Tek sözleriyle on binlerce insanın katline neden olacak savaşlar başlıyor, yıllarca süren anlamsız savaşlar sona eriyordu…
Ölenlerin çetelesi bile tutulmuyordu savaşlarda… Tiranların gözünde, karınca, kurt, kuş, böcek neyse, insan da oydu…
Dünyanın dört bir yanında ölüm kol geziyordu, birilerinin hayatta kalmasının tek yolu, diğerini yok etmesine bağlıydı…
Ekmek kıt, zulüm boldu…
Başka coğrafyalarda yaşayan, başka halkların yarattığı zenginliklere el koymak temel hedefiydi hükümranların; bunun için baskınlar yapılıyor, pusular kuruluyordu karanlıklarda…
On binler ne olduğunu bile anlamadan ölüp giderken, dört bir yanda, hazinesi göz kamaştıran Karunlar çıkıyordu ortaya…
 
TÜFENK İCAT OLDU MERTLİK BOZULDU
Zulmün, savaşların, zorbalığın üstüne ışıltılı saraylar, kuşaktan kuşağa devredilen saltanatlar, paha biçilmeyecek hazineler kurdu zorbalar…
Şairin dediği gibi, “kıran vurmuştu memleketi, yedikleri yoksul eti, içtikleri kan olan zalimler dünyaya hakan olmuştu…”
Devran döndü, her yana yayılan kan-ceset kokusuna, barut kokusu da eklendi…
Yakılan “Tüfenk icat oldu mertlik bozuldu” türküleri, savaşlarda birer birer ölen insanların, namluların ucunda, beşer, onar ölmeye başladığını da anlatıyordu…
Haramzadeler mutluydu, ne kadar çok insan ölür, fazladan kaç tane kale düşerse, varsıllıkları o kadar artıyordu çünkü…
Aç gözlülükleri, hırsları hiç bitmedi yine de… Aynı coğrafyada yaptıkları yağma, el koydukları zenginlik gözlerini doyurmuyordu haramilerin; kıtalar, okyanuslar aşıp, uzak diyarlarda yeni köleler, sömürge ülkeler edindiler kendilerine…
Zulüm, her yerde aynı acıyı bırakarak kıtadan kıtaya dolaşıyor, nehirler, dağlar, denizler aşıyordu…
Tarihin çarkları dönüyordu bir yandan; öldürerek sınırlı zenginliğe değil, kâr üreten hanelerde ölümüne çalıştırıp, sürekli çoğalan ürüne el koymak daha kârlı geldi haramilere…
İnsanın, insan olma sürecinin hızlandığı sözüm ona modern zamanlarda, zorbalık şekil değiştirdi,
köle pazarlarının adı fabrikaya çıkarıldı, adına da yeni dünya dendi…
 
HİÇBİR ŞEY DERS OLMADI NE YAZIK Kİ
İnsanın insan olma süreci de ilerledi bir yandan; hak, hukuk, adalet, eşitlik kavramları gelişti toplumda…
Yeni dünyada da değişen bir şey olmadı ama… Yine birileri Karun kadar zengin, diğerleri çöldeki Bedeviler kadar yoksuldu…
Savaşlar, kırımlar, katliamlar da sürüp gitti durmadan…
Eski dünyadaki bitimsiz acı, saraylarda yaşanan ihtişam, zorbalıklar, savaşların meydana getirdiği yıkım mesel olsun, ders alınsın diye dilden bugünlere ulaşmıştı oysa…
Hiçbir şey ders olmadı ne yazık ki, hiçbir şeyden mesel çıkarılmadı. Bu yapılmadığı gibi alçağın da alçağı yöntemler geliştirildi aksine…
Kurulan hain tuzaklarda bombalar patlatılıp, daha ölümün ne olduğunu duyumsayamayacak gencecik bedenler buluşmaya devam etti toprakla, masum insanlar hiçbir şeyden habersiz olarak gönderildi ölüme…
Dünyadaki zenginlikler her birimize fazlasıyla yetecekken, daha da çoğunu isteyen zebaniler, ortalığı canice kan gölüne çevirdi…
İnsanın insan olmaktan utandığı, fazladan aldığı bir soluğu bile haram saydığı çok kötü zamanların içindeyiz…
Ateşle imtihan ediyor bizi birileri... Bu sınavdan başarıyla çıkıp, eşit, özgür bir dünyayı kurmak nasıl da önemli şimdi…
Ülkemizin bütünlüğünü koruyup küresel güçlerin oyuncağı olmasını önlemek gibi tıpkı…
Yıkkın olmak için neden çok olsa da bunu başarmaktan başka şansımız yok…