İlk kez Çetin Altan’ın bir makalesinde okuduğumda, usta yazarın kendi uydurduğu sözcüklerden biri olduğunu düşünmüştüm ‘kakokrasi’nin… Cahilliğime yanayım, “Kötü iktidarların egemen olduğu toplum düzeni” anlamına gelen sözcük, kadim Yunan’dan beri kullanılan bir terimmiş meğer… Sözcüğün, yakın tarihimizde de karşılığı varmış da, haberim yokmuş… Anayasa hukukunun, ülkemizdeki efsane isimlerinden Prof. Dr. Bülent Nuri Esen, kimilerinin yere göğe koyamadığı Menderes iktidarını, “kakokrasi” diye tanımladığı için, üniversitedeki görevinden bakanlık emrine alınmış hemen… Bir fakültede “insan hakları kürsüsü” kurmak gibi, pek çok ilki gerçekleştiren Hoca, o tarihten beri, başardığı işlerden daha çok, o sözcükle anılır olmuş…
OHAL’in tüm hışmıyla hüküm sürdüğü şu “kakokratik” günlerden, “Garp cephesinde değişen bir şey yok” diyerek, Hocamıza bir selam gönderdikten sonra, söze, yazı dünyamızın ustası ile devam edelim… Malum, Çetin Altan, “Yüzümüzü çağdaşlığın evrensel kriterlerine bir türlü dönemdik” diye hayıflanıp durdu son nefesine kadar. “Değerlilerin önemsiz, önemsizlerin değerli” sayılmasının, hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzenin kurulamayışının nedeni tekti ona göre… Ülkeyi yönetenler, kendi kadrolarının egemenliğini kucaklayan “kabuk devlet” tipinden, halk kitlelerine servis vermekle yükümlü “teknik devlet” yapılanmasına geçmek istemiyordu bir türlü… Altan “Hayal ettiğim ülke bu değildi” diyerek gözleri açık gitti bu yüzden…
ADAKÖY… PERŞEMBE’NİN CENNET GİBİ BİR KÖYÜ
Yazılarında sıklıkla yaptığı “kabuk devlet” tanımlaması günümüzde yaşanan insani, ekolojik, kültürel, sosyal yıkımı anlamamız için önem taşıyor bence… Tarihin her döneminde, yurttaşların değil de erki elinde tutan bir avuç seçkinle, onların çevresinde kümelenen grupların çıkarını korumak için örgütlenen devlet aparatı, kendini tehdit eden her türlü fikir, çevre ve örgütlenmeyi, zor kullanarak saf dışı etti bizim ülkede… “Devletin bekası” adı altında sunulan ve farklı her türlü görüşü bastırmanın zeminini oluşturan yaklaşımlarsa, kendini devlet yerine koyan “hazineden geçinmeliler”in ürettiği argümanlardan başka bir şey değildi… Yaşadıklarımız, OHAL’le birlikte görülmemiş boyutlara erişen anlayışların, kesintisiz sürdüğünü anlatıyordu…
Sıkı okurlar anımsayacaktır, 1990’lı yıllarda, BDS Yayınları, “Ben Devletim, Vururum”, “Ben Devletim, Asarım”, “Ben Devletim, İnsan Hakları Tanımam”, “Ben Devletim, Zam Yaparım” gibi başlıklarla bir dizi kitap yayımlamıştı. 12 Eylülcü, “ceberut devlet” anlayışının kapsamlı eleştirisini yapan kitaplardan kaç tane çıktı, anımsamıyorum… Ama şimdilerde çıkarılsa, Zonguldak’ta yaşananlara bakıp, bir de, “Ben Devletim, Keserim” eklenirdi herhalde listeye… Filyos Irmağı’nın binlerce yılda oluşturduğu topraklar üzerine kurulmuş, cennetten bir köşe Adaköy… Hemen ortasında bulunan orman, köylülere, atalarından miras… İçinde, gövdesini, dört kişinin sarmakta zorluk çektiği ulu ağaçlar bulunan orman, köyün, otlağı ve merası da aynı zamanda…
KABUK DEVLET, AĞAÇ KABUĞU OLMADIĞINI GÖSTERİYOR
Altındaki bitki örtüsüyle olağanüstü bir güzellikteki orman, kesim tehdidi altında şimdi… O zamana değin kendilerine hiç bilgi verilmeyen Adaköylüler, ağaçların işaretlenmeye başlamasıyla bilgi sahibi olmuş plandan… Hemen harekete geçip, ilgili tüm yerlere anlatmaya çalışmışlar ki, ormanın kesilmesi, köydeki hayatın da bitmesi demekmiş… Hayvanlarını otlatamayacakları gibi, ağaçlandırma sahasına çekilecek tel örgü nedeniyle, tapulu arazilerine gitmeleri de mümkün olmayacakmış... Daha önce “gençleştireceğiz” diye kesim yaptıkları hemen yakınlarındaki ormanlık alanda çalı bile bitmemiş bugüne kadar… Aynı kaderi kendi ormanlarının da yaşaması kaçınılmazmış… Bu, ormanı koruyup bugünlere getiren kendilerinin de hiçe sayıldığı anlamına geliyormuş ayrıca…
Anıt niteliğinde ağaçların tespiti için Bartın Orman Fakültesine verdikleri dilekçenin gereği yapılıncaya kadar bekleme ricaları da para etmemiş Adaköylülerin... Gerekirse jandarmayı da yığarak, kesimi, planladıkları tarihte yapacakları söylenmiş kendilerine… Orman Bölge Müdürlüğü, bin yıllık devlet geleneğinden, “Ben devletim, keserim” diyerek vazgeçmemiş yani… “Kabuk devlet”, ağaç kabuğu olmadığını göstermiş kısaca… Silme AKP’ye oy veren köylüler, “Hâkimiyet milletindir” sözlerinin en çok dolaşımda olduğu bir zamanda, yalnız kendilerinin değil, doğal dokunun, tarihsel mirasın, orman varlığının da beş para etmediğini anlamış ama geçmiş ola… Şaka gibi, ormanı korumakla görevli devlet kurumundan, ağaçlarını kurtarmak için canhıraş bir mücadele içinde köylüler… Bu rejimin adına “kakokrasi” denmez de nedir sizce?