Nereden icap etti bilmiyorum, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın başkanlığını yürüttüğü Karadeniz Özellikleri Koruma Derneği (KÖK), “Filyos Projesi” başlıklı bir kurultay düzenledi geçtiğimiz günlerde. Yazıya girerken kullandığım negatif anlam yüklü “Nereden icap etti” sözcüklerini bilerek seçtim. O güne değin adını sanını duymadığım bir derneğin, birden zuhur edip kentin esaslı bir meselesini masaya yatırması, doğrusu bu ya, çok şaşırtıcı geldi bana… Yaşadığım, tam bir “Bayram değil, seyran değil” vaziyetiydi yani… Bu derneğin benzeri çalışmaları Karadeniz’in başka meseleleri için de yapmış olması hafifletici bir sebep sayılabilir miydi bilmiyorum, ama bildiğim tek şey, son derece eksikli bir çalışma olduğuydu.

Eksikti, kentin dinamiklerine, bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerine yaslanmıyordu en başta… Proje aşamasındayken yerel paydaşlar bulup ön hazırlıklarından itibaren en geniş çevre ile süreci birlikte yürütmek gerekiyorken, tam tersi yapıldı. Program tümüyle oluşturulduktan sonra, son derece sınırlı bir çevre ile iletişime geçildi ve kurultay yerel ayağı eksik bir şekilde yapıldı. Bu durum çalışmanın verimi kadar katılımını da düşürdü. Dahası etkinliğin tanıtımı da çok iyi yapılamadı. Tanıtım adına yapılan tek şey televizyonda bir açık oturuma katılıp, birkaç ziyaret yapmak ve kimi yerlere afiş asmaktan ibaretti ki, son derece zayıftı bence. Bu yüzden böylesi tartışmalara ilgi duyan insanlar bile ne yapılmak istendiğini anlayamadı. 

KÖK’ÜN AMACI NEYDİ?

Hakkında bilgi edinebileceğim bir internet sitesi olmadığı için KÖK’ün tam olarak hangi amaçlarla kurulduğunu, ne için mücadele ettiğini anlayabilmiş değilim hâlâ. Ama adının bende çağrıştırdıklarından yola çıkarak ürettiğim sonuçlarda fena halde yanıldığımı söylemek isterim. Karadeniz Özelliklerini Koruma Derneği’nin, bölgenin eşsiz coğrafyasını, doğal-kültürel-tarihsel dokusunu sanayileşmenin ancak gözü dönmüşlükle açıklanabilecek uygulamalarından koruyup, gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlayan bir kurum olabileceğini düşündüm ilkin. Karadeniz’in özellikleri denince, herkes gibi benim de aklıma mavi ile yeşilin kucaklaşması geliyordu… Korunması gereken de bunlar olabilirdi ancak.

Yapılacak Filyos Kurultayı’ndaysa kendine özgü bitki örtüsü, hayvan varlığı, atmosferiyle bu coğrafyanın en önemli ekosistemlerinden birine sahip olan Filyos Vadisi’nin doğal yapısının korunması için itirazların dillendirileceğini umuyordum. Ama Genel Başkan Murat Karayalçın’ın kurultayla ilgili verdiği mesajlarda Filyos Projesi’ni hararetle savunması, derneğin, Karadeniz’in özelliklerin korumaktan daha çok kalkındırılması, geliştirilmesi gibi bir amaca hizmet ettiği fikrini verdi bana. Bu kötü bir şey değildi elbet. Ama benim gibi çevresel duyarlılıkları yüksek olan birsi için hayal kırıcıydı ne yazık ki…

KENTİN İÇİNDE BULUNDUĞU FİKRİ SEFALET

Kentin içine düştüğü fikir fukaralığından en çok yakınan ve bunu binlerce kez yazmış biri olarak, bu çaptaki çalışmayı görmezden gelmem, küçümsemem düşünülemezdi elbette… Hiç katılmasam da Zonguldak üzerine söylenen her söz değerliydi ayrıca benim için… Başta Erdoğan Kaymakaçı’nın bildirisi olmak üzere merak ettiğim kimilerini orada bulunamasam da yakından izleyecektim mutlaka. Ancak KÖK kurucu genel başkanının vefatı nedeniyle iki günlük program bir güne düşürülüp, sunumlar erkene alınınca programım şaştı. Orada ne konuşulduğundan gazetelerden okuduğum kadar haberdar olabildim ancak… Sunum yapan bilim insanlarının son derece önemli sözler söylediğini biliyorum. Kurultayın çıkacağı söylenen kitabını sabırsızlıkla bekliyorum bu yüzden…

Açılış konuşmalarının dışında katılımın son derece düşük olduğunu yazdı gazeteler… Üzüldüm. Bunun sorumluluğunu bir başına KÖK yöneticilerine yüklemek büyük bir haksızlık olur… Bu bir Zonguldak klasiği ne yazık ki… Attı mı mangalda kül bırakmayan Zonguldak insanı, böylesi bilimsel toplantılara son derece sağır bakıyor nedense… Kentte siyasete soyunan muhterem zevat da, her bir şeyi eksiksiz olarak bilip öğrenecek hiç şeyi kalmamış havasında olduğundan, katılmıyor. Bilim insanlarına da birbirine dert anlatıp, havanda su dövmek kalıyor… Bu kent neden böyle diye dizlerimizi dövüyoruz onda sonra da… Neden olacak,  içinde debelendiğimiz fikri sefaletten elbette…