Bu kent zavallı… Yamaçlarındaki şekilsiz evleri, isli sokakları, hiçbir komşu diğerine gün yüzü göstermesin, kimse kimseye ışık sızdırmasın, herkes birbirini zifiri karanlıklara boğsun diye sıralanmış apartmanlarıyla bir keşmekeşi yaşıyor… Büyük savaşta uğradığı ağır bombardımanın yarattığı hasarı onarmaya fırsat bulamamış da virane kalmış gibi tüm yolları… Kordon boyundan dağ tepelerine; sahillerinden mahallelerine, okullarından hastanelerine kadar her yer, Vandalların kıyamete kadar silinmeyecek gibi duran izlerini taşıyor… En kötüsü de şu: Rant hırsıyla kol kola giren estetik yoksunu bir zevksizlik her şeyini tarumar ediyor…
 
Bu kent çaresiz… İnsanının hiçbir yarasına merhem çalamıyor… Akşam evine boş sofraya oturmanın çıldırtıcı endişesiyle dönen insanlar, yollara düşüp ülkenin dört bir yanında umut arıyor… Önceleri yalnızca Almanya idi gurbetin adı, şimdi Bursa’dan İstanbul’a, Balıkesir’den Edirne’ye birçok yerde, üç kuruşa iş arayan Zonguldak kolonileri bulunuyor… Kalsa da, gitse de acısı yine aynı acı ama… Adsız, ağıtsız ölümler aynı ölüm… Yüzyıllardır hiç değişmeyen bir kaderi paylaşan oğulları, gittikleri yerde de, aynı tevekkül, aynı deli sabır ve aynı büyük acımasızlıkla eksili karanlıklarda can veriyor…
 
EMBESİL SİYASET KENTİ, “İŞ AŞ” GOYGOYU İLE YAĞMALATIYOR

Bu kent çıkışsız… Kaderini kendisi değil, her biri bir başka gücün temsilcisi Ankara’daki karanlık odaklarca çiziliyor… Ortak akılla bir vizyon oluşturup geleceğe kararlı adımlarla yürümek için en küçük çaba bulunmadığı gibi, biçilen deli gömleğine “Hayır” diyecek itirazlar da yükselmiyor güçlü şekilde… Siyaset erbabı kentsel dinamiklerle değil, kendini hedefe taşıyacak dengeler üzerinde hareket ettiği için dinamizm yaratamıyor kentte, beyinleri değiştirecek bir ışık dalgası üretemiyor… On yıllar boyu ülkeye çare olmuş kent, fitili bitmiş kandil gibi etrafına karanlık saçarak sönüyor…
 
Bu kentte her şey yağma… Embesil siyaset çözümsüzlük sarmalında mecalini tükettiği kenti, “iş aş” goygoyu ile yağmalatıyor… Redevans adı altında, ocak denen mağaralarda maden işlettiriyor işadamı denen canilere… Çatalağzı-Muslu vadisindeki termik cehennem yetmezmiş gibi Kilimli’ye gemi söküm tesisi dayatıyor, Filyos Vadisini yandaşa peşkeş çekiyor yandaşa… Bir dünya mirası Çayır Mağarası’nın üzerinde kurulacak taşocağına yeşil ışık yakıyor sıkılmadan… Yetinmiyor, Alaplı’da dünyanın en yaşlı ağaçlarını yaşatan ekosistemi bozacak maden arayışına izin veriyor… Aklın sınırlarını zorlayan bir gözü dönmüşlükle, tüm doğal değerleri yağmalanıyor…
 
BU KENT İŞE, AŞA, FİKRE, KÜLTÜRE AÇ EN BAŞTA
Bu kent samimiyetsiz insan dolu… Sendikacısı işbirlikçi, bulduğu her fırsatta üyelerini kurtlar sofrasına teslim ediyor… Sivil toplumu sorunlara çözüm arama yerine, siyasete kendini pazarlamak için egemenlere taklacılık yapıyor… Aydını eyyamcı, bilim insanı Fatih’in toplarla İstanbul’un surlarını döğdüğü sırada meleklerin cinsiyetini tartışan papazlar kadar uzak kentsel sorunlara… Muhalefet iğdiş edilmiş adeta, birkaç çatlak ses dışında güçlü haykırış yükselmiyor… Kendini ayakta tutma derdindeki gazetelerdeki köşelerin birçok yazarı tüm bu melaneti reva görenlere övgüler düzerek her şeyin üzerine tüy dikiyor…
 
Bu kent her şeye aç… İşe, aşa, fikre, kültüre aç en başta… Dirayete, basirete, sözünün arkasında dağlar gibi duracak sağlam iradeye aç sonra da… Dahası, insanlığın binlerce yılda oluşturduğu değerler üzerine bina edilen çağdaş yaklaşımlarla geliştirilecek doğru politikalara da aç… Doğa insan dengesini gözetip, ekolojik temelli arayışların sonucu ortaya çıkarılacak yaklaşımlarla, doğal, kültürel, tarihsel değerlerini göz bebeği gibi koruyacak bir büyük sevda gibi üreten siyasete, eleştiren, çözüm sunan sivil topluma da aç… Bizlere yalan söylemeyip herkesle içtenlikli ilişkiler geliştirecek siyaset insanlarıyla yöneticilere aç en çok da…