İnsan yaşadığı yeri sever… Nazım gibi çınarlarında kolan vurup hapishanelerinde yatmış olmasam da ben de marazi tutkularla bağlıyım memleketime… Her şeyi bir başka güzeldir… Hiçbir yörenin meyvesi, bizimkiler gibi tatlı gelmez örneğin… Dalından kopardığım bir kilo dalbastıyı, tonlarca Napolyon kirazına değişmeyeceğim gibi, bizim patlıcan incirinin olduğu yerde, değil Ege’nin, isterse ekvatorun güneşiyle ballansın, başkasına selam vermeye tenezzül etmem… Hele bizim bol sulu kış armudunun yerine, en iyi ürün sayılan Deveci armudunu devesiyle birlikte verseler, dönüp de bakmak gelmez içimden… Kara üzümün damağımı çatlatan aroması, başka üzüm aratmaz kesinlikle…
Her yerde güneş batar, ama günbatımları bambaşkadır Zonguldak’ta… Yaz, kış değişmeyen bir gelenektir; ister bulutların arkasında kararsın, ister dingin maviliğe bir altın tepsi gibi insin, güneş, her günbatımında seyrine doyulmayan bir ışık seli oluşturur şehrimin ufkunda… Patlıcan morundan, turkuaza; altın sarısından ateş kırmızısına, dünyanın bin bir rengi, denizin derinliklerinden fışkırmış daarşa yükselmiş sanırsınız o vakitlerde… Bir dalganın kıvrımında, bir bulutun arkasında, ya da suya düşen bir gölgenin karartısında parlayan sürpriz bir ışık, büyülü düşlere salar sizi…
ORMANI BİR BAŞKA, DENİZİ BİR BAŞKA ZENGİNDİ
Çok değil 30-40 yıl öncesine kadar, şehir içi olmasa da doğası da çok güzeldi kentimin… Dik yamaçlarda şimdi can çekişen yeşil, milyonlarca yılın hasretini dindirmek ister gibi çılgınca koşardı maviliklere… Ormanı bir başka, denizi bir başka zengindi… Deresi siyah aksa da, tertemiz suları, sofralarımızda doyumsuz lezzetler olarak yerini alırdı… Yerin altından yükselen bereket kimi zaman acılı ağıtlara karışsa da, dizemli tren sesleri, vardiya, boruları, sis düdükleri, vapur sirenleri, limandan yükselen bitmek bilmez çekiç sesleri olarak dolardı kulağımıza…
Beton denen canavar yeşili yuttu önce, “yol yapıyoruz, iş yeri kuruyoruz” gayretkeşliğiyle sahiller acımasızca yok edildi. Üreten yüzü bitirildi daha sonra; vardiya borusu, sis düdükleri, dizemli tren sesleri aldı başını gitti… Limanı gelin gibi süsleyen Tarak, Sefer Garip, Mehmet Muslu gemileri, Güç maçunası, Meltem, Yıldız, Armutlu römorkörleri, mavnalar, kılavuzlarkoyu bir sisin ardında kaldı zamanla… Kenti yönetenlerle, güç odakları babalarının çöplüğü belledi denizi; atıklar boca edildi fütursuzca, birçok yerde hunharca dolduruldu… Bir eşsiz gün batımları kaldı geriye, bir de Kapuz Plajı…
KULÜP MAVİ BAYRAKLI BİR PLAJI NASIL İŞLETECEK
Hızla değerler erozyonuna uğrayan kentte, anılara karışma sırası Büyük Kapuz’a geldi galiba… Bir mahkeme kararını gerekçe gösteren Vali Ali Kaban, plajı yıllardır işleten Zonguldak Belediyesini oradan çıkarıyor çünkü… Önceden planlandığı belli kurguyla, Kömürspor’a devretmek için ciddi çaba harcıyor. “Kanun, mevzuat” diyerek belediyeye yapılan tahsisi kaldıran Sayın Vali, anonim şirket statüsüyle bir ticari işletme olan kulübe, hangi mevzuata göre verecek, merak ediyorum doğrusu…Hiçbir deneyimi olmayan kulüp, mavi bayraklı bir plajı nasıl işletecek, o da bir başka merak konusu…