Yükselen “Yaşa”, “Nur ol” seslerine karışan alkışlarla cerbezesi doruklanan kürsüdeki adam, Taksim’i her türlü gösteriye kapadığını açıklıyor huşu içinde. Hızını alamıyor, Bu sene son olarak, Kadıköy’e miting alanı olarak müsaade edildi. Fakat bundan sonra Kadıköy’de de miting yapılmayacak. diyor ardından. Sonuna da coşkuyla ekliyor: Sendika başkanı çıkıp burası bizim kutsalımız diyor. Lafa bak ya, nasıl bir kutsalsa, lafa bak.” Kendi kutsalından başka tüm değerlerin yok edilmesi gereken bir sapkınlıktan ibaret olduğunu söyleyen bir ışıltı yayıyor o sırada gözlerine… Çılgınca yükselen alkışlar, sandıklara dolan oylar da bunu onaylıyor…

 

Bir Hitchcock filminden çıkmış gibi duran sahneyi içim acıyarak izledim. Devletin gücüne yaslanıp kendi dünyasına dahil olanlardan başka hiç kimseyle en küçük bir empati kurma gereği duymayan bir tiran tarafından yönetilmek ne kelime, iki dudağı arasında oynatılıyor olmak ne kadar da zoruma gidiyordu. İnanılmaz bir kibir ve gökyüzünde dolaşan bir ego karşısında sözün bittiği yere geldiğimizi düşünüyordum da, utanıyordum ülkemden… Öyle ya,“Merhamette güneş, cömertlikte akarsu,  tevazuda toprak, kusurları örtmekteyse gece gibi ol” diyen bir kültürün de yeşerdiği bu topraklarda, hiç bitmeyen bir kin, nasıl olur da bunca taraftar bulurdu kendine? Gerçekler bunca nasıl tahrif edilebilirdi? “Devletin gücü elimde, dediğime uyan uyar, uymayan cezasını çeker” ilkelliği nasıl egemen olabilirdi bu kadar?

 

1 MAYIS’LARIN ACI VE MÜCADELE DOLU TARİHİ

Ağır yasaklar altında tutulan ve ancak gizli gizli kutlanabilen 1 Mayıs’ın, uzun yıllar sonra alanlarda kutlandığı 1976’da, olup biteni anlamak için gözlerini dünyaya dört açmış küçük bir çocuktum. Gazetelerden okuduğuma göre, Taksim’de, DİSK’in öncülüğünde kutlanan 1 Mayıs, son derece yığınsal ve coşku içinde geçmişti. Bir yasağı daha aşmanın sevinci yaşanıyordu ülkede… O coşku 77 1 Mayıs’ının çok daha yığınsal olmasını sağladı. Taksim’de toplanan yüz binlerce emekçi en küçük bir olay olmadan dağılmak üzereydi ki, etraftaki binalardan ateş açıldı üzerlerine. Alanda toplananların güvenliğini sağlaması gereken polis, ateş açanları engellemek yerine panzerleri kalabalığın üzerine sürdü. Katliamda 34 kişi yaşamını yitirdi. Ölenleri 5’i kişi kurşunla, 28’i ezilerek, 1’i de panzerin altında kalarak can verdi. 136 kişi de yaralanmıştı.

 

Hiç tartışmasız bir derin devlet operasyonu olan ve failleri hâlâ bulunamayan katliamın faturası, emekçilere kesildi. CHP’nin iktidarda olduğu 78 1 Mayıs’ı, yine Taksim’de, yüz binlerin katılımıyla, olaysız bir şekilde kutlandı. Ardından gelen MC hükümeti yarattığı terör ortamını gerekçe göstererek alanı emekçilere kapattı. Toplumsal yaşamı yasaklar manzumesinden ibaret bir cehennemden ibaret sayan 12 Eylül faşizmiyse, yasağı daha da katmerleştirerek devletteki kadim 1 Mayıs fobisini, adeta paranoyaya dönüştürdü. Uzun yıllar yalnızca Taksim değil, tüm alanlar emekçilere kapatırken, 1 Mayıs neredeyse takvimlerden çıkarıldı.

 

ŞIMARIKLIK YAPAN KİM?

Mücadele bitmedi elbette... 80’li yılların ikinci yarısından itibaren emekçiler, 1 Mayıs’larda, inadına çıktı alanlara. Bu uğurda can verenlerin boşuna ölmediğini, unutulmadıklarını dosta düşmana duyurmaları gerekiyordu çünkü. Failleri bulunmamış, tertibi aydınlatılmamış bir katliamı anmak yalnızca devrimcilik değil, insanlık göreviydi de aynı zamanda. Vahşi kapitalizmin en acımasız yüzüyle hüküm sürdüğü, iş güvenliği ve güvencesinin neredeyse yok sayıldığı bir ülkede daha bir anlamı vardı ayrıca. Özgür şekilde bayram kutlamak için en çok bedel ödeyen, en çok acı çeken Türkiye işçi sınıfına, kelime oyunlarının arkasına gizlenerek yasak getirmekse faşizmin dik alasıydı…

 

Uzun yıllar verilen mücadele sonucunda, 2009’da, resmi tatil ilan edildi 1 Mayıs. 2010, 11 ve 12’deyse, Taksim’de, olaysız bir şekilde kutlandı. AKP dört bir yana astığı, “1 Mayıs’ı tatil yaptık, Taksim’i emekçilere açtık” pankartlarıyla övünürken, 2013’te çukur olduğu, 14’te de tümüyle keyfi bir şekilde alanı yasakladı. 12 yıldır yaptığı uygulamalar da açık şekilde gösteriyordu ki, emek düşmanı bir iktidar vardı karşımızda. “Canımın istediğinde açar, istediğinde kaparım, keyfimin kâhyası mısınız?” şımarıklığının adı da ileri demokrasiye çıkmıştı… Yurttaş haklarını savunmak, baskılara karşı çıkmak, dünya standartlarında bir demokrasi istemeyi şımarıklıkla suçlayacak kadar da halk düşmanıydı… “Senin zulmün, Toma’ların ve biber gazı varsa bizim de isyanımız, aziz hatıralarına en küçük bir gölge düşürmeyeceğimiz ölülerimiz, tek başımız kalsak da hiç bitmeyecek mücadele azmimiz var” diyen on binlerse “İlle de Taksim… İnadına isyan, inadına aşk, inadına devrim” sloganlarıyla yürüyor Taksim’e… Herkes bilmeli ki bu yürüyüş hiç bitmeyecek. Çok kutlu, bir o kadar da ışıklı bir yürüyüştür çünkü bu… Son derece kutsaldır da üstelik…