Bir yıldız daha kaydı göğün en ışıklı köşesinden…Gönül bahçemizden ulu bir çınar devrildi…

Zonguldak Vahap Usta’sını, bense tanımayı ömrümün en büyük bahtiyarlıklarından biri saydığım Vahap amcamı yitirdim…

Merkez Atölyesi’ni her Zonguldaklının adını gururla andığı atölye yapan soy ustalar kuşağının son temsilcilerinden biri sessizce ayrıldı aramızdan…

Ezelden edebe bir arkadaşlığı paylaştığım aziz dostum Metin’in kayınpederi, hiç tartışma yok ki, dünyaya yalnızca güzellikler devşirmek için gelmiş, kötülüklere gözünü olmasa bile gönlünü hep kapalı tutmuş insan güzeli Arzu’mun sevgili babası aramızda yok artık...

Hiç de alışık olmadığı yataklara kendini mahkûm etmeye çalışan hastalığına daha fazla direnmedi,  geçtiğimiz cumartesi günü acılarını dindirdi ve koşarcasına gitti toprağa…

Yaşama, “Bana bugün üç yüz yıl ömrüm var deseler, ertesi gün ‘Kaldı iki yüz doksan dokuz sene üç yüz altmış dört günüm diye ağlamaya başlarım” diyecek kadar bağlıydı oysa...

İşinin ustası olduğu kadar hayatın da bilgesiydi Vahap amca…

Otuzlu yaşlara merdiven dayadığımız yılların birinde,“Yahu çocuklar” dedi, “sizin yaşınızdayken birinin öldüğünü duyar kaç yaşında olduğunu sorardım. ‘Altmış’ dediklerinde ‘Ohoo’ derdim, ‘ben de onun kadar yaşasam.’ Şimdi, birinin, seksen yaşında öldüğünü duyunca ‘Eyvah çocuk yaşında gitti’ diye dizlerimi dövüyorum.”

Hayata doyamadı, kendi eliyle imal etmeye çalıştığı tornasıyla yapacak çok iş vardı çünkü önünde…

 

EN NAMUSLUSUNU YAŞADI HAYATIN

Yapılamayacak işlerin, içinden çıkılmayacak müşküllerin ustasıydı o… Mahir ellerinden, ince zekâsından kurtuluş yoktu…“Zoru başarırız, imkânsız biraz zamanımızı alır” beylik sözü onun için söylenmişti adeta…

Topraktan öğrenip kitapsız bilendi, doğru düzgün bir eğitim almamıştı ama yalnızca tekniğin değil hayatın tüm bilgilerini kucaklamıştı sessizce… Hayat bilgisi kadar hayal bilgisi de derinlerde bir insandı…

Elinde eğe ile kumpası varsa yapılamayacak hiçbir iş yoktu Vahap amca için…

Yaşamak, çalışmak ve üretmekle eş değerdi ayrıca… Hep çalıştı, hep üretti o yüzden… Üreten insanlardan olmanın onuruyla yaşadı seksen beş sene…

Üzerine terinin damlamadığı, gözünün ışığını düşürmediği ekmeği haram saydı her zaman, terle yoğrulmamış ekmeği kendinin de çocuklarının da kursağından geçirmedi…  Tam da o nedenle yaşadı hayatın en namuslusunu…

Doğduğu Of’un Çifaruksa köyünden yaşamının çok büyük bir bölümünü geçirdiği Zonguldak’ın Karaelmas mahallesine kadar iz bıraktığı her yerde başının göğe değecek kadar dik durmasının en önemli nedenlerinden biri de buydu zaten…

Merkez Atölyesi’nde işe başladığında madenciliğin en temel edevatı olan kazma, kürek bile ithal ediliyordu havzaya… Çalıştı arkadaşlarıyla birlikte, kazma kürek ne kelime, istense adam yapacak bir fabrika haline dönüştürdü Merkez Atölyesi’ni, maden makineleri üreten bir fabrika haline dönüştürdü…

Devran döndü, üretimidemode bir kavram olarak sözlüklerden çıkardı kudretliler… Merkez Atölyeleri gibi Vahap ustaları da terk ettiler bir köşeye…

O durmadı köşesinde, bir atölyeye çevirdiği evinin üs katında çalıştı, çalıştı, çalıştı… En büyük hayali bir torna tezgâhı imal etmekti… İmalatın sonuna yaklaşmıştı ki, bu kez, hayat izin vermedi…

 

BİRİNCİ TİP’İN MOTORİZE GÜCÜYDÜ

Sevginin, hoşgörünün, sabrın büyük ustası olunur da, savaşsız, sömürüsüz bir dünya düşüne gönül verilmez mi? O büyük kavga içinde safını, emeğin mücadelesinden yana seçti doğal olarak…

Birinci TİP’i Zonguldak’ta var eden Hüsamettin Güven, Ahmet Hamdi Dinler, Sabri Eryılmaz, Ruşen Yaraş, Kemal Kuşhan gibi öncü isimlerin arasında hiç çekinmeden yerinialdı…

Altındaki motosikletiyle TİP’in motorize gücüydü adeta… “Sömürücüye Yumruk” tüm kuyubaşlarına, köylere hatta ilçelere onun motoruyla ulaştı…1954 model o motor duruyor hâlâ bir köşede, saat gibi de çalışıyor üstelik…

Bedel ödeyenler arasına da ismini yazdırdı Vahap amca… Gammaz bir yurttaşın ahlaksız ispiyonuyla gözaltına alındı 12 Eylül’de…  Tam bir ay karakol karakol dolaştırılarak gözdağı vermeye çalışıldı…

O bir şiir adamdı, en çok Nazım’ı severdi… Unutmuyorum, Nazım’ın kendi sesinden kasetlerle doluydu evi…

Radyo yaşamının vaz geçilmeziydi, Bizim Radyo’yu parazitsiz dinleyebilmek için düzenekler kuruyordu ustaca…

O emek adamı, o büyük onur anıtını, hayatın büyük ustasını gözyaşları, dualar ve şiirlerle uğurladıkpazar günü… Gömütlüğün başına toplanan kalabalığın her biri bir yanının eksildiğini düşünüyordu…

Kudretli efendilerin, asillerin, kralların hayatını anlatarak tarih yazmaya çalışan soyaterılar farkında bile değil ama giden, alın teri gibi, göz nuru gibi, emek gibi, mücadele gibi Zonguldak’ı var eden değerlerintümünü üstünde toplamayı başarmış koca ustasıydı şu acılı kentimin…

Hoşgörüsü, sabrı ve bitimsiz sevgisiyle şu uğursuz günlerden çıkışımızın reçetesini yaşamıyla yazan güzel bir insan, büyük usta eğenle kumpasının üzerine düşen ışık hiç eksik olmasın oralarda…

Seni hiç unutmayacağım…

 

Not: Aceleden olsa gerek, gazeteye, Vahap Amca’yla ilgili bir önceki yazımı göndermişim. Tümüyle şahsımdan kaynaklanan hata nedeniyle, başta Vahap Usta’mın ailesi ve dostları olmak üzere tüm okurlardan özür diliyorum.