Yıl 1994 ya da 95 olmalı Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı’nın coşku dolu kuruluş günlerinden bir fotoğraf geliyor gözlerimin önüne. Kalabalık bir salon toplantısının sonrasındayız. Konuşmacı kim hatırlamıyorum… Salon neresi, hiçbir fikrim yok şimdi… Kalkmaya hazırlanırken bir çocuk çıkıyor sahneye. Boyu yetmediği için bir sandalyenin üzerine çıkarılıyor. Şimdi hangisi olduğunu anımsayamadığım bir şiir okuyor coşkuyla. Uzun bir alkış kopuyor. Gözleri gururdan nemlenmiş bir kadınla erkek duruyor yanında. ZOKEV’in kuruluş sürecinde her türlü övgünün üzerinde bir enerjiyle çalışan Özlem ve Mehmet Çebi bunlar… Sahnedeki çocuksa biricik oğulları Mert… Henüz dört, beş yaşlarında olmalı…

 

Yan yana hiç gelmesem, gül yanağını bir kere öpmek nasip olmasa bile sonrasında hep haberdar oldum o şiir yüzlü çocuktan… Uzun yıllar aynı işyerinde çalışıp aynı umudu büyütmeye çalıştığım Mehmet Çebi ile konuşuyorduk zaman zaman. Ne konuşsak, çoluk çocuğa geliyordu lafın sonu doğal olarak... Nasıllar, hangi okuldalar, çocuklarının geleceği için çırpınan her baba gibi bu sorulara yanıt arıyorduk biz de… O çoğu zaman gözleri ışıldayarak anlatıyordu Mert’in başarılarını. Tanıyan bilir, özverisi sınırsız insandır Mehmet Çebi. Çocuklarının okuduğu okulun sorunlarının çözülmesi için, okul aile birlikleri içinde yer aldı aktif bir şekilde; dernekler kurup, dernekler kapattı. Ben de üye oldum birçoğuna…

 

KAZA DEĞİL, CİNAYET

Daha sonra Mert’le kendisinden birkaç yaş küçük olan kızımın yolları kesişti bir şekilde. Arkadaş grupları birbirine çok yakındı… Grup ilişkilerinin seyrine dayalı olarak, düzeyi alçalan yükselen bir grafik çizse de her dem haberleri vardı birbirlerinden. Dolayısıyla gözümüzün ucuyla da olsa, ben de izliyordum Mert’i… Motosiklet sevdasını, müzik tutkusunu şimdi uzaklarda olan kızımdan öğrendim. Son haberini aldığımdaysa acıdan tutuşmuş bir yürekle onu aradım hemen. Lafı eveleyip, geveleyerek durumu anlatmaya çalıştım. Ulaştığım bilgi kırıntılarından yola çıkıp, haberi doğrulamaya çalışıyordum. Uzandığım her kanıt inanmak istemediğim gerçeğe ulaştırıyordu ne yazık ki beni…

 

İçimizi yakan o görüntüleri hem yüreğimiz kaldırmadığı, hem de acılı aileyi incitmemek için yayımlamadık internet sitesinde. Ama o civan bakışlı Mert’i elimizden alan cinayetin görüntülerini tüm ülke gibi sizler de başka başka yerlerde izlemişsinizdir mutlaka. Kaza değil, cinayet sözcüğünü bilerek seçtim. 22 yıldır o civarda oturduğum için çok iyi biliyorum, cinayetin işlendiği kavşağın düzenlenmesi, daha güvenlikli hale gelmesi için çalınmadık kapı kalmadı çünkü. Tüm belediye başkanlarına, valilere, karayolları yetkilerine, emniyete durum açık açık anlatıldı çevre halkınca. Yaşananlardan yola çıkarak olası tehlikeler en açık şekilde dile getirildi. Olmadı imza toplandı. Herkes suçu birbirinin üzerine atıp, gelen insanların sırtını sıvazlayarak geri gönderdi ve hiçbir şey yapmadı sonrasında…

 

KİMİN HAKKI VAR BUNLARI YAŞATMAYA

Ardından yaşananlarsa malum… Acı… Gözyaşı… Kahır… Sözün değil, her şeyin bittiği, aklın acıdan dumura uğradığı yer… Katilleri biliyorum kesinlikle… Yıvışık suratlarından okuyorum suçlarını… Hırsından, ihtirasından başka hiçbir şeyi olmayan cahil sürüsü, kent rantlarını ele geçirmek, toplumda statü kazanıp pozisyon elde etmek için atmadık takla bırakmıyor önce, sonra da bizi sömürmekle kalmıyor, canımızı da alıyor. Hayatımızı yaşanmaz kılacak uygulamaların altına utanmadan imza atıp, sonra da tekrar oy istemek için yüzlü yüzlü çıkıyor karşımıza. Vebal altında olduklarını hiç düşünmedikleri gibi vicdanları da kanamıyor. Vicdanları ikballerine endeksli yalnızca çünkü…

 

Soruyorum kimin hakkı var bunları bize yaşatmaya? Açık açık yazıyorum buraya… Valisi de suçlu bu kentin, belediye başkanları da… Yapılan bozuk işleri protesto edip düzelmesi için mücadele ederken yüzümüze aval aval bakan büyük çoğunluk da suçlu, siyasetin elitleri de… Toplumsal hiçbir soruna sahip çıkmayan sağcısı da suçlu, yüksek siyaset yapmaktan kentsel sorunların ne olduğundan bihaber solcusu da… Gül yüzlü Mert’in kanı var hepimizin üstünde… Katili biliyorum… Cinayeti gördüm… Bu yüzden kaçıyor uykularım… Gencecik bedenler devrilirken aldığım her soluğu ciğerlerime çekerken kapıldığım suçluluk duygusu da buradan geliyor…