Sıradan biriyim birçoğunuz gibi, aklımın erdiğince imkânlar dâhilinde yaşamaya çalışıyorum. Suya sabuna dokunmaya çoğu zaman korkuyorum yine birçoğunuz gibi. Yaşamım boyunca haddimi aşan ve bilmediğim hiçbir konuda, durumda, olayda, bilirkişi edası takınmadım. İşi her zaman ehil olduğunu söyleyenlere bıraktım, yanılmışım ehil olduğuna inandıklarım olsaymış keşke. Gözlemledim, bekledim, zor da olsa sabrettim, zira oldukça sabırsız bir yanım vardır, törpülemeye çalışmaktan iflahım kesilir zaman zaman.
İşte o sabır sebat gösterdiğim zamanların ziyanlığıyla yüzleşiyorum ya o çok koyuyor bana. İşin ehli olduklarıyla başı çekmeye çalışanların, yanılgılarıyla övündüklerini gördüğümde ise kafamı duvarlara vuruyorum.
Şimdi bu sütunlarda gidip de ne bileyim Afganistan’ı Nijerya’yı yazacak değilim ya kendi coğrafyamda neler yaşıyor yurttaşlarımız ve neden yaşıyor, bunu irdeleyip bunu sorgulayacağım kaçarı yok, zira bu toprakların bu coğrafyanın insanıyım.
Ölüm kol geziyor sinsice ve masum insanlar ve masum çocuklar hiç uğruna ölüyor, öldürülüyoruz.
Dile sıradan bir kelime gibi geliyor ölüm artık, sanki olağanmış gibi sizce de öyle değil mi?
Bunları neden sizlere anlatıyorum bilmiyorum ama sanırım işin püf noktası bana göre burada gizli. İşin ehilleri dediğimiz ya da sandığımız, bilirkişi olduklarıyla övünen cahillerin yüzünden bu durumlardayız.
Tutuldu dilimiz ve elimiz, kör bir yolculuk yapıyoruz, nerede bir umut ışığı durmadan esmekte olan fırtınaya rağmen yanmaya çalışsa, söndürüveriyor haddi olmayan birileri, çünkü ışık tehlike arz ediyor birileri için, oysa aydınlık kurtuluşudur insanlığın.
Siyasete karşı hiçbir zaman ilgi duymadım, içine giremedim, dolayısıyla bilmediğim bir kulvar olduğunu düşündüğüm içinde, konuşma, söz söyleme, fikir beyan etme hakkım olmadığını düşündüm.
“İtiraf ediyorum yanılmışım, zira bu topraklarda yaşadığımız sürece eşit haklara sahibiz, söz söyleme hakkına, fikrimizi dillendirmeye zorunluymuşuz, bütün baskılara rağmen direnmeliymişim bunu etrafımı gözlemlediğimde şimdi daha iyi anlıyorum. Fanilik idrak etmekte zorlandığımız bir kelime şu cebi olmayan kostüm hepimize biçiliyor nihayetinde”.
Belki içine girmedim bulaşmadım ama hep pür dikkat gözlemledim, bilirkişi olanların siyasete soyunanların, ne denli istikrarlı olduklarını kendi iç dünyamda sorguladım. Peşin peşin söylemek istiyorum ki benim gözlemimdir elbette, birçoğunun sınıfta kaldığını ve hatta istikrar kelimesini dahi öğrenemediklerine kanaat getirdim. Menfaatlerine yenilen zavallılardı birçoğu.
Ve her şeyden önemlisi bu işe soyunanların, zaman içinde bambaşka kişiliklere büründüklerini gördüm. Sorun çözmekten ziyade sorun olanları da elbette. Kendi içinde savaş vermekten asıl mevzuyu atladıklarını gördüm. Gördüklerim aslında bana, size, bize, gösterilen gözümüzün içine şeylerdi.
Birçoğumuz taraf olduklarımızı bile yerden yere vurmuyor muyuz süreç içinde, sorun çözmeye soyunanların sorun çıkartmakta olduklarını görmüyor muyuz(?) görüyoruz elbette. Ve bal gibi biliyoruz ki siyaset denilen şey hiç de matah bir şey değil, ya da eline yüzüne bulaştıranlar yüzünden anlamsızlaşıyor gözümüzde zaman içinde.
Şimdi neden böyle bir giriş yaptım, neden hiç bilmediğim bir kulvarda söz söyleme ihtiyacı duydum. Çünkü içinde olduğumuz ve yaşamak zorunda kaldığımız bu karma karışık ve her geçen gün birbirine düğümlenen çıkmazdan bunaldım, bunaldık.
İşin ehillerine olan güvenim toleransım anlamsızlaştı, çünkü sınıfta kalıyorlar, nedeni aşikâr. Darma duman bir ülkeye dönmeye başladık, doğusundan batısına üzerimize çökmeye devam ediyorlar. Bizim her zaman övünmekte olduğumuz dik duruşumuzu ve yüzyıllardır bu topraklarda var olma savaşı veren ecdadımızı unutturmak istiyorlar. İşte endişem ve hatta korkularım yüzünden, kendimi de için içine koyuyorum, eleştiriyorum aynı zamanda, biz duyarlı olmak kelimesinin hakkını veremiyoruz.
O ahkâm kesen kendini bilirkişi addedenlerde istikrarsızlıklarından dolayı sınıfta kalanlar oluyor zaten. Top yekûn bir silkelenmeye ihtiyacımız var, zira bu gidişle terör laneti yakamızı bırakmayacak.
Her gün kan revan içinde bir sonraki günün endişesiyle zaten DNA’ sıyla oynanan bir dünya anlayışında, insan olmaktan çıkanlara karışmaya doğru gidiyoruz sanki.
Hiç uğruna feda edilen canlara anlık üzüntü duymaya devam edeceğiz. Çünkü kodlarımızda alışmak denilen illet hastalık kol geziyor. Ve dünyadaki en büyük tehlike, yenik düştüğümüz en sinsi duygu alışmak gibi geliyor bana. Ölüme alışmak ise yaşamı anlamsızlaştırıyor ve mücadele etme zorunluluğunu unutturuyor.
Unutmak istemiyorum zira bizim kodlarımızda insanlık ağır basan hala, direnmek için en önemli zamanlardayız, biz bu coğrafyanın bu kültürün bu toprakların atalarımızdan kalana bekçilik edecek olanlarız. Bir yol olmalı huzura barışa giden, bitsin bu belirsizlik, bitsin bu canilik. Kaybolduk kendi çıkmazımızda korkuyorum.