Sadece Zonguldak değil elbette sorunları kör düğümlerle birbirine bağlayan. Ülkenin ve elbette dünyanın birçok yerinde, her gün, her saat, her dakika, akla ziyan gelişmeler oluyor.
Güçlüler, güçsüz bıraktıkları güçsüzleri sömürüyor, güçsüzlerde, güçlendirdiklerinin gazabına uğramaya devam ediyor.
Adil olmak gibi, hak hukuk adalet gibi, eskilerin deyimiyle, tedavülden kalkmış vicdani ölçekler, bu günün kurallarında işlemiyor, işlemesine de izin verilmiyor.
Dolayısıyla terazinin ayarı hanidir bozuk bu dünya düzeninde. Gündemin kokusu burnunuzdan içeri kâh yanık, kâh ekşili süzülüyor.
Kendi pencerenden ne görüyorsan ve hangisi cana dokunuyorsa, onu öncelik yapıyorsun var olan gelişmeler üzerinden.
Elbette birilerin yaptığı gibi tuzum kuru diye bir kenara çekilip seyretmiyorsun âlemi. Çapın kadarda olsa, el veriyorsun verebildiğince. Ayrıca böyle olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Geçtiğimiz günlerde Halk otobüsleriyle ilgili gelinen son noktayı kamuoyuna bilgi veren yazılı ve görsel medya aracılığı ileokuduk, duyduk. İşleyişteki sıkıntıyı ise vatandaş bizzat yerinde gördü ve hizmet noktasındaki tıkanıklığa bire bir ne yazık ki maruz kaldı.
Akıbeti henüz netleşmese de, ilerleyen günlerde neler olacak,hem medya organları vesilesiyle, hem de pratikte görüp, sonuca dair bir fikir sahibi oluruz nasılsa.
Yetkililer, muhataplarıyla bir çıkış yolu arayarak,kimseyi gereğinden üzmeden (neticede bir taraf üzülecek gibi görünüyor) bu konuya da bir hal çaresi bulurlar. Sonuçta unu eleyip, eleği duvara assan da mesleki açıdan, yine de kayıtsız kalamıyorsun bu taşımacılık sektöründeki gelişmelere.
Konuya bir de şoför esnafı ve aileleri üzerinden bakalım. Onlarca, yüzlerce insanın, ekmek kapısı duraklar ve taşıma hatları.İster mal sahibi olun, isterse çalışanı, yıpranma olasılığı her daim yüksek bir mecra taşımacılık. İnsana hizmet kutsal olduğu kadar, zorlayıcı bir sorumluluk zira…
Yaklaşık olarak söylüyorum, otuz yılı aşkın bir zaman diliminde, dolmuş şoförü bir eşin ailesi olarak o kadar çok şey yaşadık ki, şimdi kuru bir kalemle bunlardan söz edip, vaktiyle hissedileni karşı tarafa geçirebilmek imkânsız geliyor bana.
Aç da kaldık, açık da, o kadar çok zor günler geçirdik ki yine de şükrettik.
Şu an halk otobüsleriyle ilgili gündeme düşen sorun ve geçilmek de olan süreç, işsiz kalan meslektaşlarımızı ne kadar yıpratıyor, bunu en iyi bu meslekten ekmek yiyenler bilir ve birde işsizlik nedir deneyimleyenler. Zira herkes evine ekmek parası götürme derdinde.
Şu durumda yaptığı işten tamamen emekliye ayrılan, yani durakla dolmuşla yolcuyla bir bağı kalmayan, bir nevi aslında huzuru bulduğumuzu söyleyerek asıl mevzuyu giriyorum.
Bir şoför ailesi olarak yazıyorum bu satırları.
Ne denli zorluklar içinde ekmek parası kazanılır, bunu en iyi bu camia söz konusu olduğunda bizler biliriz, yani bu meslekten ekmeğini yiyenler.
Karda, yağmurda, çamurda bayramda seyranda hiçbir güvencesi olmadan çalışmak ve o verilen fiyat tarifesi üzerinden geçimini sağlayabilmek ve ayrıca sosyal güvence bedelini ödeyebilmek, bu zaman zarfında inanın çok kereler imkânsızdı.
Öyle ki vaktinde devlet dairelerinde sosyal güvenceleri olan insanlara hep gıpta ettik çünkü kurumlar tarafından devlet güvencesi altındaydılar. Bizler ise kendi göbeğimizi hep kendimiz kesmek zorundaydık.(Ve neticesinde de emekli maaşlarındaki adaletsizlik, can yakmaya devam ediyor.)
Mazeretler kabul görmüyor, bir kuruş borcun olsa bile çoluğun çocuğun ve aile fertleri sağlık hizmeti alamıyordu. Bu konuda çok zor günlere tanıklık ettik.
Borç almadan, borçlanmadan sanırım hiçbir şoför esnafı evine doğru dürüst ekmek götürmemiştir. Bunu son yıllarla mukayese etmeyin sakın, geçmişin ne denli güç olduğunu iyi bilenlerdeniz.
Bakmayın siz son yıllarda şehrin göbeğinde dolmuşların arzı endam eylediğine.
Kendilerine adam akıllı bir durak bulana kadar az sürünmediler. Yolcu daha çok Belediye araçlarına yönlendirilmek isteniyordu çünkü.
Halk otobüsleriyle ve diğer bir örnekle geçmişte Belediye otobüsleriyle rekabet etmek, zorunda bırakılmak, tarife konusunda uyum sağlayamamak az çektirmedi. Yolcuyu kendi safına çekmek isteyenler fiyat düşürünce ağır bedeller ödendi.
Ayakta yolcu taşıma söz konusu olduğunda, trafik polislerini öcü gibi görürdük biliyor musunuz?
Belediye otobüsleri balık istifi taşıma yaparken, biz rızkımızı bir iki yolcu fazlası yüzünden, çok cezalara yatırdık vaktinde. Kaldı ki akaryakıta verilen paralar, aracın bitmek tükenmek bilmeyen masrafları, yok kaportası, yok lastikleri, mekanik aksamları derken ağır bir yüktü omuzlarda.
Birde çalıştığınız güzergâhlarda yolcu kovalayan, korsanlık yapan taşımacıları düşünürseniz, verilen sinir harbine dairde bir fikriniz olabilir. Tabi ki mesleğin ruhunu anlayabilenlerce! Sadece eşlerimiz çalışmadı inanın, psikolojik olarak bütün yük, ortak sorumluluğumuzdu.
Tam huzura ereceğinizi düşünürken gelen cezalar öyle göz ardı edebileceğiniz rakamlarda değildi doğrusu. Nerdeyse tam günü cezaya çalıştığımız zamanlar oldu.
Dolayısıyla ben yiyemedim buyurun siz yiyin denilmiyor öyle kolay kolay, cezalar devletin kasasına da girse, gönülsüz oluyorsunuz yalan yok. Ayrıca kuralsa herkeste aynı işlesin istiyorsunuz, yani rekabet içinde olduklarınla aynı muameleye maruz kalmak bile iyi gelebiliyor insana, tabi ki bu yapılabilirse.
Ha birde en önemlisi şoföre toplumun bakış açısı. Her mesleğin içinde mutlaka bulunan çürükler bizim mesleğimizin içinde de ne yazık ki her daim mevcuttu.
Müşteriye davranış biçimi çok önemliydi. Dolmuş şoförleri, argo konuşan, kadına kıza bakan yaratıklar olarak tescillendi toplumun bazı kesimlerince. Bal gibi ikinci sınıf insan muamelesi gördüler ve halen görmekteler. Oysa canınızı emanet ettiklerinizde insandı, her şeyden önce ve müşteri velinimetti.
Durak içi huzursuzluklar ise işin bir başka boyutuydu.
Birbirine yeteri kadar saygı göstermeyen, özellikle yeni jenerasyon, o vurdulu kırdılı ekran karakterlerini çok daha çabuk benimsedi ve hayata geçirdi. Buda beraberinde iş yerlerinde huzursuzluk getirdi ve toplum içinde dolmuş şoförüne bakış açısına haklı bir zarar verdi.
Bir de şu dolmuş da toplanan paralar ve o paraların hepsinin kazanç olduğunun düşünülmesi var ki buda ayrı bir dert. Çok duymuşumdur parayı nereye koyuyorsunuz gibi alaycı ve kötü niyetli sorgulamaları.
Sanılıyor ki taşınan yolcuların paraları, istif istif yığılıyor bir kenara.
Hiç duydunuz mu bilmiyorum, bir lastiği mal sahibine çalışır, kalanı masraftır, denir ticari araçlar için, aynen öyleydi.
Hele ki ikinci el, üçüncü el araçlarla ekmek parası kazanmak zorundaysanız, vay sizin halinize!
Eşim yıllarca neredeyse her ay ve bazen her hafta Ada pazarın da alıyordu soluğu. Sonra aracın markasına göre Ereğli meskeni oldu. Ailesinden çok tamircilerle görüşüyordu, onlarla vakit geçiriyordu.
O zoraki kazanılan paralar var ya, başkalarının eski diye tercih etmedikleri araçları yeni yapmaya çalıştığımız zamanlarda bildiğin havaya uçtu gitti.
Kendi işini yapanların birçoğu ne bayram, ne özel gün bildi ve hala bunları ağız tadıyla yaşayamamaktalar.Her dönem yeni kurallar, işi zorlaştırıcı önermeler, asabi bir karakter yaratıyordu mecburen ve siz hep alttan almak zorundaydınız aile huzuru için.
Demem o ki her işin zor tarafı, her mesleğin içinde iyisi kötüsü mutlaka vardır.
Ne yolcu mağdur olsun, nede şoför esnafı. Birilerini kayırırken, birilerini sömürmeyelim.
Ve topluma saygılı olan, ekmeğinin kıymetini bilen insanları çoğaltalım şoför esnafını ezmeyelim. Varsa eksikler iyileştirelim.
Yani elmalarla armutları artık karıştırmayalım.