Cumartesi akşamı tüm aile “İftarlık Gazoz” filmini izledik… Söylemeye gerek yok gözyaşlarına boğulmuş olarak ayrıldık salondan…
Filmi izleyip de konuştuklarımın tamamı aynı şeyleri söylüyor, herkes filmle özdeşlik kurmuş bir şekilde, anlatılan herkesin hikayesi çünkü…
İlkokula yeni başladığım yıldı, bir akşam,“Anarşitler asılmış” dedi babam… Denizlere içten içe duyduğu büyük saygının izi vardı yüzünde… Amcam, sevdiği, başarılı bulduğu çocuklara “Anarşit” diye seslenirdi…
Sokak gürül gürüldü… Herkes bir umut büyütüyordu içinde… Hayat bugünkünden çok daha zordu belki, ama yüreklerde, gelecek güzel günlerin coşkusu vardı…
Başka bir dünyanın kavgasını veren bahar yüzlülerin arasına katıldığımda bıyıklarım bile terlememişti henüz…
Ne kadar naiftik, bin yılların ürünü olan alçak düzeni, işçi sınıfının çelikten yumruğuyla devireceğimizi sanıyorduk…
Hiç abartısız söylüyorum, bu halkın en iyi çocuklarıydık, her birimiz bambaşka ışıltı taşıyordu üzerinde…
Karanlık güçlerde boş durmadı elbette… Maraş’ta, Çorum’da, Taksim’de, Bahçelievler’de gerçekleştirdikleri insanlık dışı katliamlarla ezmeye çalıştılar başkaldırımızı…
MC’ler, eylül faşizmine evrildi… Vahşi kapitalizmin en acımasız yüzüyle ülkeye daldığı Özallı yıllar AKP karanlığıyla taçlandı ve ülkeyle birlikte düşlerimiz de kirlendi…
Filmin dramatik örgüsünü oluşturan ölüm oruçları ömrümün en çaresiz günleriydi, cezaevindeki tutsaklar içerde gün gün erirken, bizim de insanlığımız bitiyordu dışarıda…
AKSEL ve DAMLA GAZOZLARIMIZ VARDI BİZİM DE
Ülkenin bana göre altın yılları olan 70’ler, gazoz imalatı yapan bir esnafla yaz tatilinde ona çıraklık eden bir çocuğun üzerinden anlatılıyor…
Çok uzaklarda, çocuk günlerimde kalan tatları anımsadım birden, o yıllarda, “Aksel” ve “Damla” gazozlarımız vardı bizim de… Sade olan Aksel, Zonguldak’ta, epey de meşhurdu hatta… Cola denen çok uluslu içecek piyasaya hakim olamamıştı henüz…
Yüksel Aksu, esas insani yenilginin bu gazozların Cola’ya yenilmesiyle başladığını söylüyor usta bir dille, kapitalizm denen insanlık dışı düzenin masumiyetimizi nasıl elimizden aldığını sinematografik bir dille betimliyor…
Milliyetçi Cephe hükümetleri, eylül faşizmi, Özal aç gözlülüğü, AKP karanlığı masumiyetini bitirdi bu halkın…
Toplumsal dayanışmayı, hoşgörüyü söküp attı yaşamımızdan, insanı insanın kurdu yapan, babanın oğla güvenmediği bir ahlaksızlığı, bugünün insan ilişkisi olarak dayattı bize…
Artık insansızız hepimiz, birbirimiz dahil her şeye, alınıp satılacak nesneler gözüyle bakıyoruz…
Ne kadar faydalanacaksak, o kadar yakınlık kuruyoruz insanlarla; dostluklar da tüketim nesnesi oldu, ruhumuz da…
“Profesyonelce düşünmek” matah bir şeymiş gibi dayatıldığından beri, naif kalmak da, hayata naif bakmak da mümkün değil artık…
Üst kat komşumuza, iş arkadaşımıza, mahalle bakkalına değil yalnızca, kendimize de yabancılaştık; bizi biz yapan değerleri yitirdik çünkü…
Acıma duygumuz, herkesle hemhal olmaya hazır yanımız, özdeşlik kurma alışkanlığımız, toplumsal diğerkâmlığımız azaldıkça azaldı; herkesin kendi bacağından asıldığı vahşete teslim ettik ruhumuzu…
Ve sonuçta böyle tuhaf bir toplum olup çıktık ortaya…
SEVGİMİZ NE KADAR PAHALI HEDİYE ALDIĞIMIZLA ÖLÇÜLÜYOR
Her şey meta değeri üzerinden değerlendiriliyor günümüzde…
Güzellik kavramı bile paraya endeksli, duygular dahil her şeyin ne kadar güzel olduğu değil de, ne kadar prim yaptığı önemli sayılıyor…
Sevgimiz ne kadar pahalı hediye aldığımızla ölçülüyor; uğrunda ne çok para harcamışsak, o kadar çok sevdiğimiz gibi bir yanılsama, iç dünyamıza hakim oluyor…
Söylememe gerek var mı bilmiyorum, tüm bunlar son derece sistematik şekilde yapılıyor…
Karanlık güçler, kirli iktidarlarını, canavarlarmış, hırstan gözü dönmüş toplumların üzerinde yükseltiyor…
O tip insanları mobilize etmek, yönetmek, istenilen hedefe yönlendirmek, bir araç haline dönüştürmek çok daha kolay çünkü…
Sanıldığı gibi bunlar gizli kapaklı da yapılmıyor, hepimizin gözü önünde, gün gün atılan adımlarla, bir bir geçiriliyor hayata…
İnsanlık dışı pek çok kavram, ışıltılı reklam kampanyaları, aklın hayalin almayacağı dezenformasyonla sunuluyor insanlara…
İnsani hiçbir değeri olmayan pek çok meta temel ihtiyacımızmış gibi pompalanıyor…
Birbirilerimizin omuzlarına basa basa, kafasını gözünü yara yara ulaşıyoruz hedeflerimize, altta kalanın canının çıkmış olması bizi hiç rahatsız etmiyor, her türlü iletişim aygıtı doğru olanın bu olduğunu anlatıyor çünkü…
Başkalarının mutsuzluğu hiç üzmüyor bizi, mutluluğu yalnızca başarıda arıyoruz… Başarımız da diğerinin başarısızlığıyla ölçülebiliyor yalnızca…
Önce masumiyetimizi kaybettirdiler bize ve zulüm düzenini bu insansızlığın üzerine kurdular…
Bizlere de filmlerde ağlamak kaldı…