OTUZBEŞ YIL
Hayat su misali akıp gidiyor bildiğimiz gibi değil, bir varsın bir de yoksun yani.
Gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyor olsak da o bırakmıyor peşimizi yaşlandık bal gibi yaş aldıkça.
O her fırsatta sığındığımız içimize sakladığımız çocukluğumuz, çocukluklarımız bile yıldı birbirimize dolandığımız yaşam mücadelelerinden, yılgınlığımızdan, yorgunluğumuzdan. Ama ne çare, koskoca insanlar olmamıza rağmen yine de o küçücük çocukluklarımıza çocukluğumuza sarılıp kalktık bunca ağırlığın altından, en azından ben öyle yaptım ve yapmaya da devam ediyorum.
Evlilik ve yuva kurmak binyıllardır kutsal sayılır. İnsanların yaşamlarını disipline etmek ve birliktelikleri kayıtlamak için gerekliliği kabul edilir. Aile olmak ve onun sorumluluğunun bilincine varmak hataları tolere edebilmek, dahası mutluluğun şifrelerini çözmek öyle böyle değil iğneyle kuyu kazmaya eşdeğer olur zaman zaman. Hele ki bu yolculuğa çok küçük yaşlarda çıkılmışsa ve deneme yanılma yöntemiyle ilerlenmişse, sarf ettiğiniz emeğin kıymeti de başka oluyor muhakkak.
Biz de öyle koyulduk yola eşim ile birlikte, yıllar öncesinden ta 1983 yılından. Görücü usulü tanıştırıldık ve evlendirildik, aramızda her türlü uzak mesafeler olmasına rağmen hayatın tüm yükünü sırtlanarak ve üstelik hiçbir zaman iki kişi olamadan o günlerden bu günlere geldik. İki kişi olamama sebebi sorumluluklarımızın ağırlığındandı elbette.
Bakış açıları ve çocukluğunuzun saflığından yararlanmalar neticesinde bir hizmetli atamasına eşdeğer görevlendirildik evlilik müessesesine. Aşktan meşkten dem vurmak gibi bir derdimiz yoktu açıkçası, yıllar içinde öğrendik her şeyi ama her şeyi. Bir tek kendimizi önceliğimiz yapmasını öğrenemedik otuz beş yılı birlikte geçirmemize rağmen.
Kendimiz çekirdek aile kavramı ne ve nasıl bir şey bunu aradık yıllar içinde. Sorumluluk denilen o ağır yükü taşırken ”yaşamak “ denilen o akışı ıskaladık çoğu kez. Büyümek ve genişlemek aile kavramının içinde çok anlamlıymış bunu öğrendik çocuklarımız sayesinde. Kendimizi öteleyip onlar için yaşamaya başladık. Çocuk yaşta olmamıza rağmen, bizde çocuklarımızla büyümeye başladık, kuşkusuz bu en zoru en keyiflisiydi. Çoğalmak ödülüydü ilişkimizin.
Evet, herkes gibi emek verdik, evet, herkes gibi en azından çoğunluğun gösterdiği mücadeleyi biz de gösterdik. Birbirimizi çok sevdiğimiz ve az sevdiğimiz zamanlar yaşadık. Ekonomik şartların iyisiyle kötüsüyle, yoklukla, varlıkla yol aldık, bu değil miydi zaten şifresi, iyi günde kötü günde. Emeğin kıymetini, hatalarımızın değerini öğrendik. Kavgalarımız oldu, öfke patlamalarımız oldu ama mücadele etmekten vazgeçmedik yine de çünkü başka yolu olmadığına inandık. Yuvayı dişi kuş yapar sözü beynimin içinde kazılıydı uyguladım mütemadiyen.
Yani demem o ki öyle ya da böyle koskoca otuz beş yılı devirdik. Şairin dediği gibi dile kolay yolun yarısı geride kalan! Birbirimize iyi alıştık, ilişkilerdeki en tehlikeli noktadır alışkanlık, huyuna suyuna, tenine dokusuna alışmak, birbirinin kimyasını ezberlemek sınırları daraltır ve hatta boğar zaman zaman insanı. Buna rağmen alışkanlıklarımız kıymetli değerli bizim için.
Çok güzeldir birbirine alışmak. Çok güzeldir birbirine öfkelenmek. Uğraşmak didinmek çok güzeldir söz konusu aile ise. Aynı dili konuşamasak da zaman içinde buna rağmen anlaşabilmek çok güzeldir. Zorlanmak yokluklar içinden sıyrılmak öylesine kıymet katar ki aile kavramına, hazıra konmamış olmak sahip olduğunuz en büyük servetinizdir çünkü emeğinizdir sizindir.
Buraya kadar gelebilmek onca yılı öyle iki satır yazıp özetlemek olacak iş değil. Ahkâm kesmek, renkli kelimelerle cümleler kurmak işi de değil. Hayat başlı başına mücadele etmek demek ve her koşulda mutluluk arayışı bir de. Kendine tahammül edilemeyen bu zaman diliminde, ikili ilişkiler yürütmek ve onu yıllar ötesine taşımak, emeğin, özverinin, sevginin, saygının ta kendisi, kalanı teferruat.
Nicelerine.
.
.