Ne çok öfkelenir olduk biz, bir o kadar da birbirimize karşı kindar. Öyle ki birbirimizi bir kaşık suda boğabilmek için fırsat kolluyoruz her durumda.

Tahammülümüzde kalmamış anlaşılan birbirimize,  yeni değil aslında hanidir böyleyiz. İçimizden pazarlıklıyız gibi geliyor bana. Biz sevmeyi, birbirimize sahip çıkmayı bu yüzden mi yok sayıyoruz dersiniz?

Ne birbirimizin yaptığı işleri övüyoruz ne de bir ucundan tutma gayreti içine giriyoruz. Oysa şimdi ki zaman bir olma birlik olma zamanı. Sadece kendimiz biliyoruz sanıyoruz her şeyin doğrusunu, niye öyle düşünüyoruz. Herkesin bir fikri olmalı, olmalı ki görüş farklılıklarını sentezleyebilelim, aksi halde çıkan sonuç “ağzı olan konuşuyor” durumundan öteye olmaz.

İntikam almak için ağzımızın suyu akıyor bu günlerde. Her hangi bir olayda bile en ağır darbeyi kim vuracak gibi iç gıcıklayıcı sapkınlıklarımız oluştu toplumca.  Öküz altında buzağı arayışı içine girdiğimizden beri öküzleri de korkutup kaçırdık. 

Öylesine kudurdu ki şeytanlığımız, karşımızda ki kim olursa olsun,  dışarıdan sinsice izleyip, olumsuzluk halinde “oh oldu, has oldu, beteri gelsin başına” gibi, ucuz ilkel beddualarla tatmin oluyoruz.  Bunu birde aynı geminin içinde olduğumuzu unutarak yapıyoruz.

Ah  Memleketim ekmek kavgam, göz ağrım, çileli öksüz kentim.Sana benzedim iyice..

Neden gözden düşürmek için bu denli çabalarız bilemiyorum. Var mı başka gidebileceğimiz ve bizi bağrına basabilecek alternatiflerimiz? Hem olsa bile biz gidebilir miyiz kara gözlü bu sevdadan. İşimize geldiğinde ‘bunu en çok yaz aylarında yapıyoruz bakın buna özellikle dikkat ettim’ türlü türlü methiyeler düzdüğümüz, işimize gelmediğinde de yerden yere vurduğumuz,  hakaret ettiğimiz memleketimize, daha ne kadar kötülük yapacağız biz.

İçinde yaşayan insanlarının, yöneticilerin ola ki ayıplarını, kazara hatalarını, daha ne kadar çarşaf çarşaf reklam edeceğiz, haklı çıktığımızı milletimizin gözüne sokmak için, içine girdiğimiz sidik yarışlarımız ne zaman bitecek bizim. Hem de hiç gerek yokken…

Ve biz ne zaman, yöneticisiyle, vatandaşıyla, seçeniyle, seçileniyle, gerçekten ama gerçekten bilirkişileriyle, el ele kol kola bir bütün olacağız. Ne zaman başımız sıkıştığında kapılarını çalabileceğiz omuzlarımıza basmalarına izin verip tahtlarına oturttuklarımızın, nasıl gönül bağı kurabileceğiz onlarla. Ne zaman vazgeçeceğiz ey iyisi benim egolarından. Menfaatlerimize göre manevra yapmaktan ne zaman utanacağız biz.  Bu kenti herkesi kıskandıran güzel bir yaşam alanına ne zaman çevireceğiz.

Hangimizin eksikleri noksanları yok ki değil mi?

Hangimiz hatalardan sonra tecrübe kazanmıyoruz ki? Gerçi kazanmayan kazanmıyor oda ayrı…

Bu coğrafyanın sıradan bir evladıyım sadece, kendime göre duyduklarıma gördüklerime göre olayları gözlemleyip değerlendirmeye çalışan bir bireyim o kadar. Bilgim birikimim kalem ustaları gibi siyaset yazmaya yetmez, ekonomiden zaten anlamam, haddimi bilirim ve bulaşmam, genelde kendi acılarımdan yaşadıklarımdan ve bakış açımdan süzülenleri paylaşırım. Anlayabildiğim kadarına bir fikrim olur yani…

Ancak siyasetten çok iyi anladıklarıyla övünen ve bunu iş ve meslek haline dönüştürenleri görünce, ister istemez bi kendine de bakıyor insan, fazla mütevazi olmanın da hiç gereği yokmuş diyesi geliveriyor peşinden.

Benim düşüncem elbette, benim değerlendirmem.

Gelelim şimdi yönetici seçtiklerimize…

 Bizim ülkemizde ve hatta bölgemizde ‘’sayın’’  koltuklarına oturabilmek zordur fakat oturabilme zorluğunun yanı sıra orada kalabilmek daha da zordur. Ben buna inanıyorum, hele ki o ‘’sayın’’  ibaresinin yanına bir de sevgili ibaresini de katabilmektedir marifet,  böyle düşünüyorum.

Kaldı ki koltuklara yapışıp, kapının ardında kalanları yok saymanın, hiç yakışık alan  bir yanı yok buradan söyleyeyim.

Kendinize göre çok iyi bir yönetici olabilirsiniz, çok iyi bir patron, çok iyi bir siyasetçi, ya da çok iyi bir yazar. Ağzından çıkanı kulağın duymuyorsa ve bir adım ileriye gidebilecek cesaretin yoksa neye göre kime göre iyisin demek lazım ama nazikçe, rezil etmeden yani...

 Hatanı görmüyor ve burnundan kıl aldırmayanlardan olduktan sonra, karşındakinin gözlerinin içine bakıp kardeşim senin için kendim için, geleceğimiz için varım ben diyemedikten sonra, neye yarar ki…

Kendiyle kavgası bitmeyen bu kara gözlü kentime,  gözden düşürülmesi yetmiyormuş gibi, ağzı olan konuşuyor söylemlerinde bir de birbirimize düşürmeyelim birbirimizi. Sahip çıkalım ne olursa olsun,  çünkü bu kent bizim, kuşaklardır içinde yaşadığımız topraklar, taşlar, hatalar günahlar, sevaplar hepimizin.

Bireyselciliğe doğru çevirmeyelim çarkımızı, adamı olan atına binip Üsküdar’a vardığında sakın geri dönmesin bir daha, paralatmasın bana kendini, sıramızı beklemekten canımız çıkacak çok yakında. Aydınlanmak ve başarmak için bütün olmaya ihtiyacımız var. Aramızdan sivrilip yükseklere konanların yalnızlıkları içler acısı oluveriyor bir zaman sonra, üzülüyorum birde zirvede yalnızlık çekenlere. Oysa biz hala iç içeyiz yeryüzünde.

Hal bu ki el ele düşsek yola, birlikten kuvvet doğarı bir geçirebilmek hayata. Yöneticiler hatalı kusurlu olabilirler bizim gözümüzde, eksikleri de olabilir, fakat birbirimize düşman olarak çıkamayız işin içinden.

Bizden olmayanın canı cehenneme demeyelim artık.

Sayın olanlar   kulaklarını tıkamazlarsa şayet yükselen seslere, yok saymazlarsa kim ne diyor, ne anlatmaya çalışıyor, işte o zaman ortak noktada daha kolay buluşabiliriz. Bu güne değin hiçbir kuruma kuruluşa sırf bu yüzden ‘bizden değil’ ya da ‘bizden ‘ayrıştırmalarına maruz kalmamak adına dahil olmadım.

 Ayrıştırmadım ben de kimseyi bizden ya da değil ilkelliğinde. Ben fanatiklik bağlamında gözümü karartarak dalmadım bilmediğim sulara, zira boğulmak üzereyken gün gelirde tuttuğunuz ellerin ağırlığı oturuverir üzerinize.

 Sonra da şaşırıveriyor insan benim sağım solun neresiydi diye. Diyorum ki sadece sayın olmakla olmuyor bu işler, birde sevgili olabilmek var işin ucunda.  Fanatik olmadan Sayın’ın yanına birde sevgili ekleyebiliyor musun o zaman hürmetinde alasına mazhar olursunuz.

Çünkü belli bir saffı fanatiklik derecesinde  tuttuğunuzda, diğeri sizi, sizde diğerini yok sayıyorsunuz.  Bir zaman sonra  yok saydığınız tarafın kapısını tıklarken  buluyorsunuz  kendinizi öyle değil mi.

 Hadi canım!

Ama saflarını menfaatler söz konusu olduğunda   değiştirenlerin, ilerleyen zaman içinde saygıdan sevgiden yoksun olarak yerde sürünmelerine tanıklık etmekte hiç hoş değil işin doğrusu. Hadi onlar yerlere düştü sürünüyor bizde bunu çarşaf çarşaf ifşamı edelim şimdi. Deveden büyük fil var gösteririm ben san kim olduğumu denmesinden de hiç haz etmiyorum işin doğrusu..

İyi gün dostu olmak kolaydır derler, aslında iyi gün dostu olmak hepsinden zor. Kolay mı bir başarıyı alkışlayabilmek, içimizdeki fesatlığımıza rağmen, başaranın kazananın yanında olabilmek. Dört mevsimi kendinden güzel coğrafyamda,  mevsiminde üstelik bir de kar yağdığında,  buz tuttuğunda, biraz sıkıntı çektik diye vuruşmayalım.  Ayrıştırmamak lazım birbirimizi  birbirimizden. Balçık çamurların içinde onlarca kez ayakkabılarımı bırakarak yürüdüm bu şehirde ben, yine de lanet etmedim, kırıldım en çok, ama küsmedim.

 Güneş yeniden ısıttığında, yaz yeniden geldiğinde,  yüzümüzün bir yanı karanlık ve soğuk içinde kalırsa ne anlamı olur ki güneşin. Yaşadığım sürece sadece bu kentte aşık oldum, başkasını bilmediğimden de olabilir. öfkemi kırgınlığımı kızgınlığımı hep paylaştım onunla. Kar çok yağsa da, üstelik yılbaşında yani tamda onu kutlarken yağsa  da, ben kapımın önüne sahip çıktım ve hatta komşumun kapısını da korudum kolladım,  bizim dedim. Başka Zonguldak yok, başka memleket yok, var olanı da değişmedim aç gözlülüğümle. Benin Memleketim, yine söylüyorum iyi ki benim.