Dünya, fokur fokur kaynayan bir kazan adeta. İçinde barındırdığı çeşitlilikle, birbirine özenen ve bir birinden nefret eden insanlar türetmekte de üstüne yok. Bunu kitle iletişim araçları sayesinde sanıldığından çok daha kolay yapıyor.” Zaten hali hazırda alt benliğimizde ilk insanlardan bu yana kendini gizlemeye çalışan yok etme algısı yerini koruyor.” Özenecek imrenecek ne varsa insanın gözünün içine içine sokuyorlar. Kışkırtıcı olabilmek adına akla ziyan yollar yöntemler deniyorlar ve koyuyorlar ortaya ve dahası bu yolla bir sürü kurban yaratıyorlar… Ürünler insanlara pazarlanmıyor artık, insanlar ürünlere, insanlar güçlülere pazarlanıyor ne yazık ki… Savaşta ve başarıda her yol mubahtır algısı bir canavara dönüşürken, bir yandan da insanoğlu sonunu hazırlıyor. Çıkılacak her basamağın, aşılacak her engelin diyetini fazlasıyla ödüyorsunuz, bunu bazen gönüllü, bazen de zorunlu yapıyorsunuz. Çelişkiler, sıra dışı eylemler, magazinle beslenen kariyerler yaratıyor. Kalite kendini buharlaştırıyor bir nevi.
Magazinleştirdiğimiz her şeyin de cılkı çıkıyor haliyle, bunun en belirgin sebebi iletişim ağının sınır tanımayan erişimi diyebiliriz, bir diğeri de içselleştirilemeyen statüler. Arz talep meselesi denilen şey, bir oyundan, bir yalandan ibaret sığ bir algı operasyonu yalnızca. Lüks hayatlar, paranın gücü, sahip olma hırsı, hedefe kilitliyor insanoğlunu ve önüne çıkan engelleri kaldırabilmek için insanlığını feda ediyor yine o insanoğlu. Ne kadar çok paran olursa o kadar sınırsızlaşıyor hayatın sözüm ona rengi, ahengi. Nasıl elde ettiğinin hiçbir önemi kalmıyor uçuk kaçık yaşamlara özenildiğinde. Para amaç değil, araç olmalı diyenlerde, aslında kendileri bile inanmayanlar olarak, inandıramıyorlar göründüğü üzere hiç kimseyi.
Magazinin desteklediği ve hatta beslediği şaşalı hayatların arka bahçelerinin kirliliği ortaya döküldüğünde bile, özenilen yaşamlar olma önceliğini kaybetmiyor sınırsız ve arsız yaşamlar. Salt çalışmakla el de edilmesi mümkün olmayan hayatlara özenilmesi, yudum yudum içirilen iksir gibi bağımlılık yapıyor insanoğluna ve sonunda da kaçınılmaz olarak zehirliyor içenini. Başarılı olmak yalnızca çalışmaya endeksli olsaydı, dünya tam tersine bir yaşam koşuluyla bugün ki halinden bambaşka bir boyutta yaşanır olurdu. Hakların gasp edildiği bir düzende, kaba kuvvetin hüküm sürdüğü bir dönemde, başarının anlamı da olmuyor çünkü onun adı olması gereken başarı olmuyor, kimilerince başarılmış olmasına rağmen… Ünlü olmak kişisel başarıyla elde edilen bir tercih değil, bir ekip işi, koordineli bir çalışma sistemi ve yarışılan kulvara göre ödün verme zenginliğiyle başı çeken bir hırs savaşı. Bu uğurda verilen savaşın kazananı olduğunu sananların çöküşleriyle, imrenilecek özenilecek ne varsa, hepsinin bir illüzyon olduğunu görüyor insan, tabi ki zamanla.
Ünlü olmak için sadece zihinsel beceri gerekmiyor, yaptığınız işin hakkını ne kadar çok verdiğinizi düşünseniz de işleyiş böyle değil ne yazık ki. Kadın erkek ilişkilerindeki arsızlık, sınırsızlık birbirlerine sunulan bonkörlükle eşdeğer çoğunlukla, başarının grafiğini de sanırım bu yol belirliyor. Bunu sadece fiziksel temas olarak değerlendirmemek gerekiyor, istenilen ve beklenilen sadece tensel dokunuşlardan ibaret değil elbette, zihninizi de satmanız gerekiyor bazı çıtalarda. Engelleri aşabilmek için kendiniz gibi düşünmemeniz, kendi doğrularınızla hareket etmemeniz istendiğinde bile, eğer belirlediğiniz hedefin yolu böyle açılacaksa ona dahi kabul gösteriliyor. Sizden önce parayı ve gücü eline geçiren sizi parmağında bir güzel oynatıyor, bir düşünelim, sadece parmağında mı oynatıyor.
Siyasetten sanata, spordan bilişime kadar insanın var olduğu her alanda haksız rekabet haksız kazanç başı çekiyor ne yazık ki. Sırtını güce dayanan ipi göğüslüyor, onuru yerlerde sürüklense de
Şöhret, şöhret budalaları için ne kadar çok magazin malzemesi olmakla ilintili bir basamak aslında. Bu uğurda feda ettikleriniz sizi olmak istediğiniz yere götürse de ikili ilişkilerin çirkinliğiyle çok geçmeden de yüzleşiyorsunuz maalesef. Paranın gücü de buna eklenince çok çalışmaktan önce, çok iyi strateji yapmanın önemi çıkıyor ortaya. Kadın erkek hiç fark etmiyor, bu çarkın içinde un ufak olmaya mahkûm veriyor savaşını, çünkü sistem böyle kurulmuş, böyle işliyor.
Ekmek parası kazanmanın savaşını verenler, şöhretli olmanın ve şöhretli kalmanın savaşına esir düştüklerini ise o balon söndüğünde algılayabiliyor.
Ya o hayatlara özenenler, şöhretin ışıltısına kapılanlar o yola baş koyup başından olanlar, işte onlar toplum için ne kadar büyük tehlike arz ediyorlar. Bunu yani bu şaşalı hayatları kitle iletişim araçları sayesinde takip edenler, aslında o renkli hayatların arka bahçelerinde saklanan kirliliğin farkına varamayanlar, asıl kurbanlardan ne farkı kalıyor onların dersiniz. Kendini ve ruhunu satanlar hedefe ulaştıklarında ne hissediyorlardır acaba. Sanırım merak edilmeyecek kadar kötü şeyler hissediyorlardır, işte o yüzden kaybettikçe kazanıyorlar, kaybettikçe ünleri artıyor. Neyi mi? Bunun cevabı sanırım böyle hayatlar yaşayanların içinde gizli… Kalıcı iz bırakmak denilen şey, kalıcı izler taşımak demek aslında. Ünlü olmak için kaybettikleriyle kazananlar ne kazanıyorlar dersiniz (?)iyice bir düşünmek lazım…