Her ulusun başını dik tutabildiği ve ayrıca yüzünün kızardığı tarih sayfaları vardır arşivlerinde yaprak yaprak ve o sayfalara gururla yazdığı zaferleri bir de.Ve o  zaferleri kazanan liderleri!

Yüz kızartıcı savaş suçluları ve utanç duygusu ile  insanlığın yüz karası olarak tescillenen katliamlar ise, onlara imza atan liderlerin acımasızlığını yazmıştır tarih arşivlerine.
Ve böyle liderlere "Diktatör" denmiştir her dönemde...

Tarihini okumayan,  bilinçlenmeyen,acıları, zaferleri kavrayamayan toplumlarda kimlik arayışı hiç bir zaman bitmez.İşte bu yüzden zaman zaman yalpalamalar, birilerinin kirli düşüncelerinde savrulmalar kaçınılmaz olur. 
Kazanmak için değil sadece, ölmemek için öldürmenin de ötesinde, caniliğin, sapıklığın dibine vuran insanlık dışı işkencelerle, insan aklının alamayacağı pek çok suçu işlemiş olan "diktatör  liderler" asırlar sonra da  diktatör ve katil olarak ne acıdır ki  gün yüzüne çıkmaya devam ediyorlar.Bunları, yani "diktatör liderleri" dünyanın önde gelen ülkelerinin arşivlerinde okuyabiliyoruz.
Ulusların, kimlik alma, kimlik kazanma  savaşları, hep kanlı, hep acımasız olmuştur elbette, lakin savaşın olmayan ahlakı, günümüz dünyasında da  baskınlığını koruyor ne yazık ki. 

Geçmişi ve bu günü birbirine düğümleyen salt kazanma hırsı, varolan sınırların tacizinde, dahası tecavüzünde kendini acımasızca hissettiriyor.  Kendi halkını korumak , kendi topraklarını düşmanlarına karşı müdafa etmek, liderlerin  asli görevi elbette.Kendi hırslarına yenilen liderlerle, kendi halkını düşünen liderleri iyi ayırt etmek insanlık görevi şu  neticede.

Tarih sayfalarına kağıt doldurmak için yazılmayan gerçek bir Zafer bayramında, kutlanası bir emeğin, gururun tam da ortasında çarpıp duruyoruz zamana.
İçinden geçmekte olduğumuz bu yüzyılda verilen savaşların cephesi elbette meydan savaşlarından biraz farklı.Masa başı oyunların hep varolduğunu hatırlarsakbilinçli olmanın öneminide o denli kavrayabiliriz.
Şuursuzluğumuz bizi, kolaycılığın rüzgarında savura dursun, aymak için avucumuzun içinden, ayaklarımızın altında kayıp gitmekte olanı, umarım iş işten geçmeden kavrayabiliriz! 

Çünkü aklımız beynimizle uyuşmuyor, kalbimizle vicdanımız aynı dili konuşmuyor hanidir,doku uyuşmazlığı, inanç fukarılığımızla ilintili bir nevi. Önümüze sunulana, kolay erişebildiğimize meylimiz var, kabul edelim.
Ayarlarımızla oynayan  zihniyeti değil sadece, artık adam akıllı kendimizi kimliğimizi sorgulamamız gerekiyor.
 
Biz kimiz (?) ve atalarımız kim?
Cevap bulmamız gereken soruları gündemin başında tutmak, bu yüzden kendimizi her daim sorgulamak zorundayız.
Bayramların altında yatan gerçeğin bilincine erişemediğimizde, sapla samanı birbirine karıştırmakta kaçınılmaz oluyor, aman dikkat.
Zafer Bayramı, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruzdur. Türk milleti için anlamı önemi büyük olan zaferlerden biridir 30 Ağustos Zafer bBayramı.
Her yıl,  mücadelede can verenleri, bu büyük  zaferi kazananları anmak için  kutladığımız bu bayramın, algımızdaki yeri ve içeriği, hafife alınmayacak kadar kutsaldır.
Sanal değil, gerçek bir mücadelenin, gerçek bir zaferin kazanımıdır 30 Ağustos Zafer Bayramı!!!

Şöyle ki;Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu.

Toprak, kutsiyetinden hiç bir şey kaybetmedi zihinleri bulanık olan diktatör liderlere rağmen. 

Şu an içinde yaşadığımız toprakların kıymetini bilmek, sınırlarımızın kutsiyetini algılayabilmek işte bu yüzden çok önemlidir.
Bayramları tatil günü olarak algımızda kodladığımızdan beri, birlik beraberlik duygularınıda öldürdüğümüzün farkında değiliz.

Altın tepside önümüze sunulan kazanımların, altında yatan   zorluklarını güçlüklerini,  neler yaşandığını tahayyül edemediğimiz sürece, cehaletimizin   rahatlığıyla, ferahlığıyla, bu denli tembelleşmek, bu denli suya sabuna dokunmadan yaşamak hiç hayra alamet değil.
 Bir parça da olsa zaferlerin perde arkasına kafa yormak, onları  hissetmeye, anlamaya, algılamaya çalışmak, bu kutsal topraklara olan vefa borcumuzdur ve ağır bir borçtur, bunu idrak etmemiz zorunludur, mecburidir.
İlk kez 1924 yılında Afyon'da Başkumandan Zaferi adıyla kutlanan 30 Ağustos günü, Türkiye'de 1926'dan itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır.

Bu kutlamaları,  günümüzde salt tatil zanneden ergen zihniyetin, bir an evvel kendini silkelemesi, gerçek zaferlerin kutsiyetini idrak etmesi, Atalarımızın "canları pahasına"savaşarak, içinde yaşadığımız topraklara sınır çizenlere karşı sorumluluğumuzdur.

Zaman, yan gelip yatmaktan ibaret değildir ve bayramlar takvimlerde sadece tatil günü değil, tarih sayfalarındaki savaşın, acının anlamından sorumlu olduğumuz günüdür...
30 Ağustos, gerçek bir zaferin anma günüdür, sakın ola  ki sanal zaferlerle  karıştırılmasın mukayese edilmesin. Atalarımıza şehitlerimize minnetle....