“Yaşamak” ölüme direnç göstermek gibi bir yanılgının çaresizliği sadece!
Nefes alıp verme zorunluluğunun içeriğini dolduruyoruz başka başka koşullarda ve başka başka önceliklerde. Değersizliğimize kendimizce anlam yüklüyoruz. Kurallar konulmuş, sınırlar çizilmiş ve biz bir çemberin içinde zaman sayıyoruz sadece sona doğru.
Adil olmak, eşit olmak gibi içi boş kavramların sahtekârlığında, doğruluk dürüstlük gibi kavramların göz boyacılığında git gel yapıyor çaresizlik, İplerimiz her anlamda bir başkasının elinde ve kukla olmak gibi bir zorunluluğumuz var. Başkaldırmak, isyan etmek, kabullenmemek ise ne yazık ki “ im- kan- sız”
Teslimiyet denilen gerçek doğmakla koyuluyor yola.
Yine bir umut diyor ve bütün gerçekliğine rağmen hayatın, motivasyon yüklüyoruz zihnimize, bedenimize, aksi halde yılgınlık, çaresizlik gibi sicili bozuk hislerin kurbanı olmak an meselesi. Tutunabiliyor muyuz peki yaşama (?)bunun cevabı kişiden kişiye çok çeşitli…
Oyalanıyoruz sadece, kendimizce, gerekçeler üreterek, bir neden bulmaya çabalıyoruz. Bunun adı karamsarlık değil, öyle algılansın istemem, bunun adı var olanın görmekten kaçındığımız yüzü.
Bir illüzyon yaşamak.
Kutlamalar yapıyoruz biz canlılar, yaşamamıza yön çizen anların şifrelerini hafızamıza kaydetmek için, anma günleri yapıyoruz değer verdiklerimizi unutmamak için. Çünkü korkuyoruz varlığımızın anlamsızlığıyla yüzleşmeye, korkuyoruz kaybolmaktan he le ki ölmeden önce.
Kasım ayı, bana özel bir doğum günü tarihi saklıyor içinde, unutmamak ve kendine anlam yüklemek için çocuk sevinci kanatlanıyor ister istemez hücrelerimde. Kendimi sevmeyi önemsiyorum elbette, kendimi eleştirmeyi, kendime kızmayı önemsediğim kadar. Düşmemek için tutunuyorum kendime diyelim biz şuna, fayda sağlamadığını bilmeme rağmen.
Doğmak ve ölmek, işte bu iki çizginin arasında ki mesafe, en ağır sınavı canlıların ve kaçınılmazı.
Yaşama sevincinin üstüne, keder gözyaşını akıtınca, karışıyor kafalar, karışıyor duygular.
Kasım ayında doğmak bir anlam ifade etmiyor örneğin, Kasımda ölenlerin ağırlığında.
Çok büyük acılar sakladı içine ve hiç unutturmuyor nedense.
İnsan can parçalarını Atalarını toprağın kucağına verdiğinde, hüznün gerçek yüzüyle yüzleştiğinde kırılıyor kolu kanadı. Anmak zorunda kaldıklarımızın yokluğunda, sersemlediklerimizin hüznünde allak bullak oluyor yaşamak. Gidenler, kalanların yaşama sevincini de götürüyorlar beraberinde.
Çaresizlik pek keyifleniyor böyle durumlarda.
Ölümün kucağına verdiklerimiz, içi boş yaşamın, gözümüzü ne denli boyadığının da gerçeği aslına bakarsanız.
SEKSEN YIL VE UNUTULMAYAN ACILAR
Bir ATA ‘yı toprağa vermek, ulusunu yaşamla mücadele konusunda yerden kaldıran bir kıymeti toprağa vermek, Kasımın gözyaşları için ilk gerçek. İçine hapsolduğumuz çemberin sınırlarını bu denli zorlayabilen ve zorlayabilecek olan kaç kişi tanıyabiliriz ki yolculuğumuzda.
Kaç insan kendini tarihine bu denli sapasağlam yazdırabilir ki…
Kendini hatırlatan acıların başında gelir Ata’nın kaybı, üzerinden seksen yıl geçmesine rağmen yürekteki acı kendini hep hissettirir. On Kasım işte bu yüzden hüzün, işte bu yüzden yaşamaktan çok ölüm kokar. Ne gariptir ki ölümü de yaşatır beraberinde. On Kasım unutulmayacak bir hüzün rüzgârı estirir üstümüze, üşümek kaçınılmazdır.
Bunun bir de on bir Kasımı var ve birde on iki Kasımı…
Toprağın kucağına babamızı ve gencecik bir kız sakladı Kasım. Ani ölümler vakitsiz gidişler bir gün bir yerden çıkıp gelecekler hissi yaratıyor insanda. Başınızı göğsüne yasladığınız bir babadan ve koynunuzda yatırdığınız bir evlattan yoksun kaldığınızda, yapraklarını döken mevsimlerden bir farkınız kalmıyor. Acının mevsimi olmuyor elbette, acının tarifi de yok, yaşamak öyle ya da böyle ölüme hizmet etmek sadece. İster ağır işçilik yap, istersen hafife al hayatı, mutluluk denilen kavram, acıya dayanabilmek için hücrelerine enjekte edilen bir hormon sadece.
Andıklarımız, kutlayacak olduklarımızı anlamsızlaştırıyor, bile bile hormon almak zorunda kalıyor insan, yoksa içinden geçmekte olduğumuzun içinden çıkılmıyor.
Bir zaman göçüdür insan
Hep başka bir zamana uyanır
Başka bir sabaha
Başka umutlarla
Ama hep aynı yürekle.
Hep başka bir zamana uyanır
Başka bir sabaha
Başka umutlarla
Ama hep aynı yürekle.
Çaresizlik, bütün çarelerin katili olabiliyormuş….